Mısırın Bilinmeyen Tarihi

Forum kuralları
Kaynak belirtilmeden eklenen tüm yazılardan ekleyen sorumludur.
Alıntı Yapılmadan Eklenen Tüm Yazılar Silinecektir.

Cevap gönder


Bu soru spambotlar tarafından otomatik form gönderimlerini önlemek için sunulur.

BBCode KAPALI
İfadeler KAPALI

Başlık incelemesi
   

Geniş görünüm Başlık incelemesi: Mısırın Bilinmeyen Tarihi

Re: Mısırın Bilinmeyen Tarihi

gönderen kinetik_prens » 19 Mar, 20:28

hepsini okudum çok entérésan :D inanamadım :S bu atlantis insanlığın doğuşunu daha da geriye götürür :S
atlantisin ve munun bile çok gelismis oldugu dönemler binyıllar öncesine dayanıyo kimbilir insanlığın ilk dogusu ne zamandı :S :S

Re: Mısırın Bilinmeyen Tarihi

gönderen acar12 » 18 Şub, 19:35

güzel bi paylaşım eline saqlık ama biraz(!) uzunmus :D

Re: Mısırın Bilinmeyen Tarihi

gönderen byfreestylerap » 17 Şub, 11:16

tşkler. biraz uzunmuş:D

Mısırın Bilinmeyen Tarihi

gönderen criminal_1994 » 17 Şub, 03:02

Günümüzden 3750 yıl önce de Mısır'la ilgili bilgilere ulaşılmakta büyük zorluklar çekiliyordu... Çünkü Mısır'ın geçmişi çok daha ötelere uzanıyordu...

Mısır'ın geçmişi deyince birçoklarımızın aklına hemen Firavunlar devri gelir... Firavunlar arasında en fazla duyulanı ise kuşkusuz ki, Ramses'tir... Özellikle de Klâsik Tarihçiler'in en fazla üzerinde durdukları Mısır'ın geçmiş tarihi, işte bu dönemlerdir... Ancak bu tarihler, Mısır'ın çok yakın dönemleridir. Mısır'ın geçmi.şini sorgulamak istiyorsak, bu tarihlerin çok daha ötelerine uzanmamız gerekir...

Örneğin M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop'un dönemi bizim için oldukça eski bir tarihi ifade eder. Ve Klâsik Tarihçiler ancak bu tarihlere kadar geriye giderek, "Mısır Kültürü" ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunmaya çalışmışlardır. Ancak bu tarih Mısır'ın geçmişini kapsamaz. Mısır'ın geçmişi, bu tarihlerden çok daha eskilere dayanır. Bunu şöyle bir örnekle daha açık anlatmaya çalışalım:

M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop Osiris'e tıpa tıp benzeyen bir heykel yaptırmaya karar verdiğinde, katiplerini araştırma yapmaları için Heliopolis Kütüphanesi'nin eski arşivlerine yollamıştı. Çünkü orijinalliğinden emin olacakları bir Osiris resmi arıyorlardı!... Yani günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce...

Yine günümüzden yaklaşık 3150 yıl önce yaşamış IV. Ramses'in de Mısır'ın kökenleriyle ilgili benzer antik araştırmalar yaptırdığı bilinmektedir.

Evet... O dönemlerde de Mısır'ın geçmişi ve kökeni araştırılıyordu!...


Şunu söylemek istiyorum ki, bizim için hayli eski bir dönemi ifade eden bu tarihler bile, Mısır'ın geçmişi ile karşılaştırıldığında hiç bir şey ifade etmemektedir.

Antik Mısır Uygarlığı dendiğinde karşımıza çıkan tarih; bizleri istesek de, istemesek de çok daha gerilere götürür. Hem de binlerce değil en az 10-12 bin yıl öncelerine... Bu nedenle Kral Nefer-hetop kendi döneminde Mısır'ın geçmişi ile ilgili bir bilgiyi araştırırken, yaklaşık 7000 - 9000 yıl öncesiyle ilgili tarihi bilgilere ulaşmaya çalışmaktaydı. Gizemi binlerce yıl öncesine ait Osiris'e ait bir resim bulmaya çalışan Kral Nefer-hetop'dan bugüne gelinceye kadar geçen süre, Mısır'ın geçmişini daha da unutturmuş ve bizi 10.000 yılı aşkın bir zaman süreciyle karşı karşıya bırakmıştır. İşte bizim araştırdığımız "Antik Mısır Sırları"nın dayandığı geçmiş böylesine devasa bir süreçle ilgilidir.

Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Hcrodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tufan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir...

Bu tarih, Mısır için de çok önemli bir dönüm noktasıdır. Günümüzden 10.000'lerce yıl önce...

Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal kitaplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilimadamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâkeder dizisinden, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Ortadoğu gelmiştir.

Bir zamanlar yaşanan ve Dünya'nın birçok bölgesini etkileyen iki büyük doğal afetten söz etmeyen ulus ya da kavim yok gibidir. Dünya üzerinde birbirlerinden çok farklı bölgelerde yaşamış olan tüm eski ulusların mitolojilerinde ve dinlerinde bu trajedik anıya yer verilmiştir.

Yaşanan bu felâketler, dinlerde (özellikle de son üç dinde) "Tufan" olarak isimlendirilmiştir. Bu büyük felâkeder zincirinin ilkinde Mu Kıtası diğerinde ise Atlantis Kıtası arkalarında küçük adacıklar bırakmak suretiyle tamamen batmışlardır.


Bu yaşananlarla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de pekçok ayet vardır:

"Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik." (Furkan Suresi: 25/38-39)

"Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün? Gerçekleşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir? Semud ve Ad milletleri tepelerine inecek bu gerçeği yalanladılar. Bu yüzden Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi. Ad milleti de bu yüzden önünde durulmaz dondurucu bir rüzgarla yok edildi... Ey insanlar! Su taştığı vakit, siz bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır." (Hakka Suresi: 69/1-7,11-12)0)

"Nuh Tufanı" olarak Kur'an-ı Kerim'de Muhammed Peygamber'e tebliğ edilen(vahyedilen) bu meselenin, bilinmeyen olaylardan olduğu, ayetlerde şu şekilde anlatılmıştır:

"Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken..." "Yere, 'Suyunu çek! Göğe 'Ey gök sen de tut' denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi'ye oturdu."

" 'Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can yakıcı bir azap vereceğiz' denildi. Ey Muhammed, bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır." (Hud Suresi: 11/42,44,48-49)

Belli ki, Muhammed Peygamber'in döneminde de Tufan'ın izleri hafızalardan çoktan silinip gitmişti.

Tufan'da Neler Olmuştu?

Tufan'da neler olmuştu? Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse...

Anlatılanlar iki büyük etkenden bahsetmektedir: Su ve ateş... Tabii bu arada meydana gelen büyük depremleri de ilave etmek gerek... Yaşanan böylesi büyük felâketlere sebebiyet veren etkenler nelerdi?

Dünya eksenindeki kayma ve kutupların yer değiştirmesiyle birlikte gelen büyük sel baskınları ve ani iklim değişiklikleri Okyanus dibindeki gazlar ve bunun sonucu oluşan büyük depremler.

Atlantis 'in son dönemlerindeçıkan savaşta majik tekniklerele birlikle doğa güçlerinin negatif alanlarda kullanımı.

İşte bütün bunlar ve bunlara eklenen bazı diğer kozmik etkenler; dinsel kayıtlarda adına ''Tufan" denilen büyük bir trajedinin dünya üzerinde yaşanmasına neden olmuştu.


Dünya'nın Klasik Kronolojik Tarihi

Bu konuda akılları karıştıran bir çelişkiden söz etmek istiyorum. Bu anlatılanlar günümüz bilimsel buluşları ve eskinin dinsel kayıtlarıyla örtüşse de, Klasik Tarih Bilimi'yle örtüşmeyen noktaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü Klasik Tarih Bilimi'ne göre bilinen insanlık tarihimiz şöyle bir kronolojik sıra takip etmektedir:

Taş Çağı'ndan Demir Çağına

Tam olarak ne zaman başladığı konusunda farklı tarihler vardlır. Ancak Taş Çağının bitişiyle ilgili Tarihçilerin üzerinde birleştikşerri süre günümüzden 9.000 yıl öncesine aittir.

Demir Çağı'nı Bakır Çağ, ve Bronz Çağ izlemiş ve insanlık Demir Çağa ulaşmıştır. Demir Çağ'ın Mezopotamya'da İM.O. 12. Yüzyıl'da, Avrupa'da ise M.O. 8. Yüzyıl'da başladığı ileri sürülür.

Ve en önemlisi de, bu zaman dilinderinin öncesinde, son derece ilkel bir insanlık tarihinden bahsedilir. Maymunla insan karışımı bir insanlık tarif edilir. Klasik Tarih Bilimcileri'nin kronolojisi içinde, günümüz uygarlığıyla karşılaştırıldığında son derece ileri bir düzeye erişmiş olan Mu ve Atlantis Uygarlıkları yer almaz! ...

İşte en büyük sorunda budur. Birçok tarihçi Atlantis ve onun da öncesindeki Mu Uygarlığı nı efsanevi kıtalar olarak nitelendirmişlerdir.

Böyle olunca da insanlık tarihimizin şu an en ileri nokta bulunduğu ile ilgili genel klasik bir kabul bulunmaktadır. Ancak yukarıdaki Klasik Tarih Bilimi'nin verilerinden de anlaşılabileceği gibi, Taş Devri'nin Bitişi günümüzden 9.000 yıl öncesine denk gelmektedir. Klasik Tarih Bilimi'nin bu verilerini bir an için doğru kabul edecek olursak, bizim bugünkü teknolojik seviyemize gelebilmek için Taş Devri'nin bitişinden bugüne kadar yaklaşık 9.000 yıl geçmiş olduğu görülmektedir.

9.000 yıllık bu süre içinde, atomik güçleri kullanabilecek ve uzaya açılabilecek aşamayla geldiğimiz düşünülecek olursa; günümüzden en az 70 bin yıl önce yaşamış olan bir uygarlığın bilim ve teknoloji alanlarında hangi boyutlara ulaşmış olabileceklerini tasavvur bile edemeyeceğimiz ortada değil midir?!...

Dolayısıyla Tufan öncesi Mu ve Atlantis Uygarlıklan'nın bizlerden çok daha ileri düzeyde bir uygarlık olduklarını, bu basit mantık yürütmesinden bile çıkartabilmek mümkündür. Ama kuşkusuz ki, bunun için önce Atlantis ve Mu Uygarlıkları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.

Tufan sonrası yaşanan gerilme...

Az önce Mezopotamya ve Orta Doğu'nun yaşanan büyük doğal afetlerden daha az etkilendiğinden bahsetmiştik. Bu arada Akdeniz ve Karadeniz'i de daha az etkilenen bölgeler arasında sayabiliriz. Her ne kadar Tevrat ve Kur'an'da anlatılan "Tufan" bu bölgelerdeki yaşananları anlatsa da, yine de bir Atlantik Okyanusu ve Pasifik Okyanusu'nda meydana gelenlerle kıyaslanamayacak kadar daha küçük boyutta olmuştur.

Akdeniz, Karadeniz ve Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir havza içinde yer alan denizlere kıyısı olan yerler. Kutuplar'daki açısal değişimin sonucu ortaya çıkan büyük su baskınlarından daha az etkilenmiştir. Nitekim Tevrat ve Kur'an'da bahsedilen Nuh Tufanı'nda, kimi insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felâketi atlatabilmişlerdir.

Bu büyük doğal afetlerde bilindiği gibi önce Pasifik Okyanusu'ndaki Mu Kıtası daha sonra da Atlantik Okyanusu'ndaki Adantis Kıtası parçalanarak hemen hemen tamamen sulara gömülmüşler, diğer kıtalarda ise kısmi parçalanmalar ve büyük su baskınları meydana gelmiştir.

Marmara Denizi ile Karadenizi birleştiren İstanbul Boğazı bu dönemde açılmış ve iki denizi büyük bir selle birlikte birleştirmiştir. (Bu konuyla ilgili yapılan bir bilimsel araştırmanın sonuçlan geçtiğimiz yıl Discovery kanalında yayınlanmıştır.) Meydana gelen tüm bu büyük doğal afetlerin sonucunda Dünya üzerinde yokolmaktan kurtulabilen tüm uygarlıklarda büyük bir gerileme kaçınılmaz olmuştur. Dünya'nın büyük bir bölümünde kelimenin tam anlamıyla, korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Kurtulabilenler boş alanlara yerleşmişler ve her türlü teknolojik imkândan bir anda yoksun kalıvermişlerdir. İşte günümüz Klasik Tarih Bilimi'nin bundan 9.000 yıl önce
yaşadığını iddia ettiği Taş Devri'nin altında yatan gerçek bu gerilemedir.



Yukarıdaki kronolojik tarihlendirmedeki bir başka ayrıntıya daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

Klasik Tarih Bilimi'nce; Demir Çağ, Mezopotamya'da M.Ö. 12. Yüzyıl'da, Avrupa'da ise M.Ö. 8. Yüzyıl'da başladığının söylenmesi de, Mezopotamya ve Ortadoğu'nun yaşanan felâketlerden daha az etkilenilmiş olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Çünkü Mezopotamya'da Demir Çağ Avrupa'ya oranla daha çabuk başlamıştır. Klasik Tarihi Kronoloji'ye göre Mezopotamya Uygarlıkları o dönemde Avrupa'daki Uygarlıklar'dan 400 yıl önde bulunmaktaydı...

Uygarlıklar'ın Tufan sonrasında yaşadığı gerileme teknoloji ve bilim alanında görüldüğü gibi aynı zamanda ruhsal alanda da kendisini göstermiş ve aynen Güneş'ten uzakta kalan gezegenlerin soğuması gibi, bir zamanlar Mu ve Atlantis'de yaşayan kozmik kökenli inisiyatik bilgiler de, benzer bir gerilemenin içine girmiş ve giderek ilk günkü değerlerin­den uzaklaşmışlardır.

Bu yozlaşmayı nispeten yavaşlatabilen Orta Asya, Mısır ve Mezopotamya yörelerindeki bazı merkezler ise, bugünkü uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu merkezlerde yeralan özel­likle üç toplum bunun başını çekmiştir:

1- Orta Asya'da Şamanlar ve Tibetliler.
2- Mezopotamya'da Sümerliler.
3- Kuzey-Doğu Afrika'da: Mısırlılar...

Gerçekten de Kültür ve Uygarlık Tarihi içinde bu üç büyük merkezin fonksiyonu ve katkısı son derece önemlidir. Burada Mayalar'ı neden saymadığımı merak eden okurlarımızı duyar gibi oluyorum... Kuşkusuz ki, Orta Amerika Kıtası'ndaki Mayalar da çok önemli bir merkezdi ancak bu toplumla bizim uygarlığımızın çok fazla bir irtibatı olamamıştır.

Günümüz ABD halklarının atalarını oluşturan İngiliz ve İspanyol koloniciler Mayalar'ın torunları Kızılderililer'le bir irtibat sağlamışlardı ama bu irtibat o kültürü tanımaya çalış­maktan ziyade, korkunç bir katliama yönelik bir uygulamaya dönüştüğü için ne yazık ki, o kültürden hiç bir şey elde edememişlerdir. Etselerdi şu anda dünyadaki fonksiyonları herhalde çok daha farklı olurdu...

Neyse, birgün gelir her şey yerli yerine oturur elbet!...

Konumuzdan uzaklaşmamak için bu konuda başka şeyler yazmaktan kendimi uzak tutmaya çalışıyorum... Konumuza geri dönelim.

Gözden kaçan önemli bir unsur: Ezoterik Gelenek Mısır Uygarlıgrnı araştırma konusu yapan başlı başına bir bilim dalı vardır ve bu bilimle uğraşanlara ''Egyptolog" denir. Ancak ne var ki, Egyptologlar'ın bizlere aktardıkları Mısırla ilgili bulgular son derece sıradan bilgilerden ibarettir. Onlar bizlere Firavunlar döneminin tarihini ve Mısır yapılarının belirli özelliklerini anlatmaktan öte pek fazla bilgi vermezler Onlar için piramitlerin nasıl yapıldıkları bile bir muammadır-. Peki ama bu muammaları kim çözecek? Bunlara cevap ne zaman verilecek?

Bu çelişkiyi ilk kez kamuoyuna duyuran araştırmacı, James Churchward olmuştur. James Churchward yaymladığı ilk kitabında bu konuyla ilgili şu satırları kaleme almıştır:

Egyptologiar Mısır'la ilgili birçok konuda oluşturdukları teoriyle gerçekten önemli ölçüde sapmışlardır. Bunun nedeniyse ne eskilerin sembolizmini ne de bu sembolik yazıtların ezoterik anlamlarını anlayamamış olmalandır. Bunun için onları suçlayamayız. Çünkü bu konuda bir ipucu bulunmadığı gibi, bunların öğrenilebileceği bir okul da yoktur. Bu sırtar en azından yüzlerce yıldır sadece bir avuç yaşlı Doğulu Bilge tarafından bilinmektedir. Tüm bu yaşlı bilgeler yaşamlarını kendi mabetlerinde ge­çirmişler ve dış dünya ile nadiren irtibatları olmuştur. Bu çok ender de olsa gerçekleştiğinde ise, onların aktardığı bilgiler, eldeki mevcut teorilerle o kadar uyuşmamıştır ki, bu anlatılanlar anlamsız şeyler olarak değerlendirilmiştir.

James Churchward bu satırları kaleme aklığında 1900'lü yılların henüz daha ilk çeyreğindeydik. O günlerden bu günlere gelinceye kadar aradan bir hayli zaman geçmiş olmasına rağmen, Klasik Tarih Bilimi'nin etkisi altındaki Egyptologlar için değişen çok fazla bir şey olmamıştır-. Onların büyük bir bölümü hâlâ okullarda kendilerine anlatılan klasik bilgileri tekrar edip durmaktadır.

Mısır bilmecesinin çözümü için James Churchward'ın vaktiyle söylemiş okhıgu gibi sadece tek bir yol vardır:

"Ezotecrik Bilgilerle meseleyi ele almak..."

Ezoterik Bilgiler ışığında meseleye yaklaşmanın haricinde Mısır Kültürü'nün derinliklerine inebilmenin başka hiç bir yolu yoktur. Bu önemli unsur hesaba katılmadan yapılacak hangi araştırına olursa olsun, bizi sonuca ulaştırmayacak ve Mısır'da bir zamanlar neler yaşandığını bizlere gösteremeyecektir.

Artık hadi gelin, binlerce yıl öncesine doğru yeniden yola çıkalım ve o günlerin anısını ''Dünya'nın Ezoterik Tarihi" ni göz önünde bulundurarak yeniden canlandıralım... Ba­kalım geçmişimizi ve geleceğimizi ilgilendiren nelerle karşılaşacagız?

Tufan'dan sonra çok büyük bir gerileme yaşayan insanoğlu, her şeye yeniden başlamak zorunda kaldığı için, ilkel kabileler dönemine geri döndü. Bu tam anlamıyla bir geri dönüştü... İnsanlığın aşağıya iniş sürecindeki çok önemli bir geri adım böylelikle atılmış oluyordu...

İnsanlık hem fiziksel hem de ruhsal anlamda büyük bir gerilemenin içine girmişti. Ancak bir zamanlar yaşanan bu trajedi ile ilgili anılar eski lolumiarın geleneklerinde günü­müze kadar gelebildi. Bunlar arasında Mısır Geleneğini en önde gelenler arasında sayabiliriz.

Güneş iki defa battığı yerden doğdu...

Tarihin babası olarak anılan ünlü tarihçi Heredot, Mısır'a yaptığı bir gezi sırasında bir rahipten duyduklarını kitabında şöyle anlatır:

Bir Mısırlı Rahip bana: "Bilmiş ol ki , atalarımız zamaınnda Güneş iki defa battığı yerden doğdu, sonra aynı olay tekrar tersine meydana geldi" dedi

Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet ise, sanki Mısırlı rahiplerle söz birliği etmişçesine şöyle der:

O, iki Doğu'nun Rabbi'dir , iki Batı'nın Rabbi'dir. " (Rahma n Suresi : 55/17 )

Günümüzde yapılan jeolojik ve kilimatolojik araştırmalar, Herodot'un aktardığı Mısırlı rahibin sözlerini doğrulamışın Çünkü eldeki bilimsel veriler kutupların birden fazla yer değiştirmiş olduğunu kesin olarak göstermektedir. En son kutupsal değişimin Atlantis'in batışına denk gelen tarihlerde meydana geldiği tahmin edilmektedir.

Atlantis'teki Osiris Öğretisi

Bu büyük felâketler zinciri henüz daha başlamadan önce Mu ve Atlantisli rahipler yaşanacaklardan haberdardılar ve bu konuda halklarını çok önceden uyarmışlardı. Beklenen Tufan'dan en az etkilenecek olan bölgeler tespit edildikten sonra buralara yoğun göçler düzenlemeye başlamışlardı. İşte bu bölgelerden biri de Mısır topraklarıydı.

Mısır önce Mu'dan sonra da Atlantis'ten yoğun göçler almıştı. Tarihçilerin bir zamanlar bir türlü içinden çıkamadıkları; "Bir anda böylesine ileri düzeyli bir uygarlık Afrika'nın Kuzeyi'nde nasıl oluşmııştıır" sorusunun cevabı işte bu göçlerde yatmaktaydı.

Tarihin çok eski dönemlerinden başlayan, Atlantis'le Mu arasında sürekli bir irtibatın olduğu bilinmektedir. Bu irtibat Mu Bilgeliği'nin Atlantis'e taşınmasında çok önemli bir rol görmüştür.

Orta Asya'nın muhtelif yörelerinde buluanan çok eski bir kültüre ait bilgiler veren taştabletlerden elde edilen ezoterık bilgilere göre, Mu'ya indirilen kozmik öğretinin kaynağı "Sirius Kültürü" idi.

Bu tabletlerin içerikleriylc ilgili ilk bilgiler ünlü araştırmacı James Churchward tarafından dünyaya duyurulmuştur, James Churchward kendi anlayışı ile bu bilgileri yorumlamış ve bu öğreti sistemine dünyanın ilk Tek Tanrılı dini adını vermişti. Onun Tek Tanrılı din olarak yorumladığı sistem aslında bir din değil, tam anlamıyla kozmik kökenli bir öğretiydi.

Bu öğreti ilk kez Mu'da yaşam bulmuş ve oradan da Atlantis'e taşınmıştır. Ancak zamanla Atlantis'te bu öğreti dejenere olmuştu. İşte bundan sonrasını tabletler şöyle anlatır.

Özetle aktarıyorum:

Tabletler konumuzla çok yakından ilgili olan bir isimden bahsetmektedirler. Bu isim Osiris'tir... Günümüzden 18-20 bin yıl önce yaşamış olan bu kişiden Atlanlisli bir bilge olarak söz edilmekledir. O dönemlerde Atlantis'te başlayan dejenerasyon hat safhaya ulaşmıştı, Osiris bilgisini derinleştirmek üzere doğduğu ülke Atlantis'i terkedip Mu Kıtası'na gitti. Oradaki Naakal Okullan'nda "MU Kozmik Öğretisi" ile ilgili inisiyatik dersler aldı. Daha sonra Atlantis'e geri döndü. Tüm yaşamını Atlantis halkını ay­dınlatmaya ve Mu Kültürü'nü anlatmaya adıyan Osiris, birtakım çıkarları uğruna Kozmik Öğretiyi yozlaştırmış Atlantis rahip sınıfının etkisi altında oluşan yanlış anlayışları ve uydurma kavramları düzeltmeye çalıştı.

Halktan çok büyük destek gördü. Halk kısa süre içinde ona büyük bir sevgi ve saygıyla bağlandı. Sonunda Atlantis'in ruhani lideri oldu. Kendisini Atlantis Kralı Uranos'un yerine getirmek istediler. Fakat o bunu kabul etmedi. Ölümünden sonra kendisine bağlı inisiyelerce adının yaşatılması için, Atlantis'te yaymaya çalıştığı Mu kökenli Kozmik Öğreti'ye "Osiris Dini" adı verildi. Ve binlerce yıl bu öğreti Atlantis'e hakim oldu. '

Atlantis'te bunlar yaşanırken, Mu Kıtası'ndan çevre kıtalara göçler de başlamıştı. Mu'nun önde gelen ırklarından biri olan Nagalar önee Burma'ya oradan da Hindistan'a, sonrasında ise iki kola ayrılarak bir kol Babile diğer bir kol ise Kızıldeniz üzerinden "Yukarı Mısır" tabir edilen Afrikan'ın Kuzey Doğu'sundaki Kızıldeniz kıyılarına yerleştiler. Eski tarihi kayıtlarda bu bölge ''Maiu" olarak isimlendirilmişti. Yukarı Mı­sır'daki Nübye'de yer alan Maiu, bu günkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır.

Bu bölgelerde yerleşim birimlerinin kurulduğunu, hem Mısır kaynaklan hem de Hint kaynaklan teyid etmektedir. Bazı Yunan tarihçilerinin ve filozoflarının "Mısırlılar, Hindistan'dan gelmiş kolonicilerdir" demelerinin altında yalan gerçek işte budur.

Kitaplarını Hindistan'daki çeşitli gizli mabetlerdeki kayıtlardan yararlanarak kaleme aldığı bilinen dünyaca ünlü Hint tarihçisi Valmiki de, bu konuda son derece açık anlatım­larla bulunmuştur. Örneğin Rişi Mabedi'nin gizli kayıtlanrıdan aldığı bir alıntıda şöyle der:

"Hindistan'dan gelen Mayalar, Mısır'da bir koloni kurdular ve buraya Maiu adını verdiler."

Ramayana isimli ünlü eserinde ise daha ayrıntılı bir bilgi verir:

"Naakaller önce Hindistan'ın Dekkan bölgesinde yerleştiler. Sonra da dinlerini ve bilgilerini Babil ve Mısır kolonilerine aktardılar."

Kısaca özetlemek gerekirse:

Mısır topraklarına ilk ayak basanlar Mu kolonilerinin Naga koluydu. Nagalar Mu'da Naakaller olarak isimlendirilmekteydi. Bu nedenle eski tarihi kayıtlarda bazen Nagalar bazen ise Naakeller olarak bu toplum isimlendirilmiştir. Mu Kıtası batmadan önce gerçekleştirilen bu göç Mısırlılar'ın atalarını oluşturdu. Ancak Mısır, hem bu dönemde hem de Atlantis'in batışına yakın dönemlerde yoğun olarak Atlantis'ten de göç almıştır. Bu nedenle Mısır halkının ataları dediğimiz zaman hem Mulular'ı hem de Atlantisliler'i bir arada ele almak gerekir.

Mısır toplumu o topraklarda sıfırdan başlayarak gelişim gösteren bir uygarlık değil, yapılan göçlerle gelişmiş bir kültürün buraya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir ülkedir Hatta bir değil birbirine son derece benzeyen iki kültürün: Mu ve Atlantis Kültürü'nün...

alıntıdır...

Başa dön