Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
-
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 12 Haz, 14:59
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Kova Burcu: 22 Ocak-19 Şubat
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: unknown
Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
Bütün hayatımızı beynimizin içersinde yaşarız. Gördüğümüz
tüm madde ve şekiller, hatta hislerin (koku alma, duyma,
tatma, dokunma gibi) hepsi beynimizde oluşur. Gerçekte ise
beynimizde ne görüntüler, ne renkler ne de sesler vardır.
Beynimizde var olan tek şey elektrik sinyalleridir. Kısacası
bizler, beynimizdeki elektrik sinyallerinin oluşturduğu bir
dünyada yaşarız.
Bizler İnsan olarak, dış dünyadaki olaylar ve hissettiklerimiz
ile beynimizin dışındaki bir dünyada ( Matrix de) var
olduklarını ve her birinin maddesel bir varlık olduğunu sanarız.
Oysa, bizler hiçbir varlığın aslını ve yaydıkları enerjiyi
göremeyiz ve bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız.
Kısacası hayatımız boyunca madde sandığımız herşey, aslında
bir yansıma ve hayal olarak beynimizin içersinde meydana
gelen görüntülerden oluşmaktadır.
Hayatımız boyunca tüm dünyayı gözlerimiz ile gördüğümüzü
zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan penceredir"
diyebiliriz. Halbuki, görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek
böyle değildir; çünkü biz aslında gözlerimizle görmeyiz.
Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz
sayesinde beynimizdeki mesajları algılarız ve dışımızda
sandığımız dünyayı aslında içimizde, yani beynimizdeki küçücük
bir noktada görürüz.
Sonuç olarak şu bir gerçektir ki, her insan hayatı boyunca
gördüğü nesneleri beyninde görür ve hiçbir zaman
gördüklerinin asıllarına ulaşamaz ve hissedemez. Gördükleri,
dışarıda var olduğunu varsaydığı görüntülerin beyninde oluşan
birer kopyasıdır. Gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir
husus daha vardır; kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin
bulunduğu yer kapkaranlıktır ve dolayısıyla beynin, ışık ile
temas etmesi asla mümkün değildir. Ancak biz, mucizevi bir
şekilde bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı
seyrederiz.
İnsan dış dünya olmadan da tüm algıları bütün canlılığı ile
yaşayabilir. Buna verilebilecek en açık örnek, rüyalarımız ve
bilinç ötesinde gerçekleşen olaylardır (Astral seyahat) .
Rüyamızda gördüğümüz şeyler, gerçek hayatda karşılaşılan
olayların ve yaşanılan hislerin bir yansıması ve boyut
değiştirmesidir. İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana
kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama
"uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat"
dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç
düşünemezler. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri
algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen
aynıdır. Her ikisini de zihnimizde algılarız ve rüyalarımızdan
uyandırılmadığımız sürece, onların bir hayal olduğunu
anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim
bir rüyaymış" deriz.
Dünya hayatının bir rüya gibi olduğu ve bu rüyadan "büyük
bir uyanış" ile uyanıldığında ancak insanların rüya gibi bir
alemde yaşadıklarını anlayacakları, İslam alimleri (Mevlana,
Yunus Emre, Muhyiddin Arabi gibi) tarafından da dile
getirilen bir gerçektir.
Mevlana'nın Mesnevisi'nde (ilk 18 beyt) Ondördüncü beytinde
dediği gibi:
<ı>Maharem-i in hoş cuz bihuş nist
Mer zubanra müşteri cuz güş nist
(Tercümesi: Bu duyguları ancak dünyalık duygularından
arınmış kimse anlar ve dilin ne dediklerini anlamak için de bir
sırdaş kulağına ihtiyaç vardır).
Yani giz âlemini algılamak için dünyalık aklından ve onun tuzak
olarak serdiği tutkuları azaltıp evrensel akla erişmek gerekir,
zira o sır dolu dilin dediklerini ancak bir manevî kulak
duyabilir.
Hazreti Muhammed : "İnsanlar uykudadır ve öldükleri vakit
uyanırlar" diye buyurmuştur. Demek ki, bu dünya hayatında
gördüğümüz şeyler, uyuyan bir kimsenin rüyasında gördüğü
şeyler gibidir, yani hayaldir.
Kur'an daki bir ayette ise, insanların kıyamet gününde tekrar
diriltildiklerinde şöyle diyecekleri bildirilmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden
bizi kim diriltip kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın
va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş".
(Yasin Suresi, 52)
Ayette de açıkca anlaılacağı gibi, insanlar kıyamet günü, bir
rüyadan uyanır gibi uyanacaklardır. Bir insan, ağır bir uykuya
daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında
kendisini uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa, bu
insanlar da aynı şekilde kendilerini kimin uyandırdığını
soracaklardır. Yani sonuçta, dünya hayatı gördüğümüz şeyler
bir rüya gibidir ve öldükten sonra, her insan bu rüyadan
uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair
görüntüleri görmeye başlayacaktır.
blog.milliyet.com
Her kes bunun ne demek olduğunu anlar umarım.Cismi hareket etdirmek için enerji sarfettiğimizi zannediyoruz.Aslında olansa elektrik sinyallerinin değiştirilmesi ve de imajinasyonun neden işe yaradığı da açık.Yani beynimizde kurguladığımızı imajineyi GERÇEĞE ya da beynimizdeki görüş bölgesindeki gerçeğe dönüştürüyoruz.Yani telekinezi yapıyorum derken aslında beyne gönderilen elektrik sinyallerini kontrol ediyoruz.Bu da bir yansıma oluyor.
Kaşığı bükmeye çalışma çünkü bu mümkün değil...
Gerçekte olan ise kaşığın olmamasıdır...
tüm madde ve şekiller, hatta hislerin (koku alma, duyma,
tatma, dokunma gibi) hepsi beynimizde oluşur. Gerçekte ise
beynimizde ne görüntüler, ne renkler ne de sesler vardır.
Beynimizde var olan tek şey elektrik sinyalleridir. Kısacası
bizler, beynimizdeki elektrik sinyallerinin oluşturduğu bir
dünyada yaşarız.
Bizler İnsan olarak, dış dünyadaki olaylar ve hissettiklerimiz
ile beynimizin dışındaki bir dünyada ( Matrix de) var
olduklarını ve her birinin maddesel bir varlık olduğunu sanarız.
Oysa, bizler hiçbir varlığın aslını ve yaydıkları enerjiyi
göremeyiz ve bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız.
Kısacası hayatımız boyunca madde sandığımız herşey, aslında
bir yansıma ve hayal olarak beynimizin içersinde meydana
gelen görüntülerden oluşmaktadır.
Hayatımız boyunca tüm dünyayı gözlerimiz ile gördüğümüzü
zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan penceredir"
diyebiliriz. Halbuki, görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek
böyle değildir; çünkü biz aslında gözlerimizle görmeyiz.
Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz
sayesinde beynimizdeki mesajları algılarız ve dışımızda
sandığımız dünyayı aslında içimizde, yani beynimizdeki küçücük
bir noktada görürüz.
Sonuç olarak şu bir gerçektir ki, her insan hayatı boyunca
gördüğü nesneleri beyninde görür ve hiçbir zaman
gördüklerinin asıllarına ulaşamaz ve hissedemez. Gördükleri,
dışarıda var olduğunu varsaydığı görüntülerin beyninde oluşan
birer kopyasıdır. Gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir
husus daha vardır; kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin
bulunduğu yer kapkaranlıktır ve dolayısıyla beynin, ışık ile
temas etmesi asla mümkün değildir. Ancak biz, mucizevi bir
şekilde bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı
seyrederiz.
İnsan dış dünya olmadan da tüm algıları bütün canlılığı ile
yaşayabilir. Buna verilebilecek en açık örnek, rüyalarımız ve
bilinç ötesinde gerçekleşen olaylardır (Astral seyahat) .
Rüyamızda gördüğümüz şeyler, gerçek hayatda karşılaşılan
olayların ve yaşanılan hislerin bir yansıması ve boyut
değiştirmesidir. İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana
kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama
"uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat"
dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç
düşünemezler. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri
algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen
aynıdır. Her ikisini de zihnimizde algılarız ve rüyalarımızdan
uyandırılmadığımız sürece, onların bir hayal olduğunu
anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim
bir rüyaymış" deriz.
Dünya hayatının bir rüya gibi olduğu ve bu rüyadan "büyük
bir uyanış" ile uyanıldığında ancak insanların rüya gibi bir
alemde yaşadıklarını anlayacakları, İslam alimleri (Mevlana,
Yunus Emre, Muhyiddin Arabi gibi) tarafından da dile
getirilen bir gerçektir.
Mevlana'nın Mesnevisi'nde (ilk 18 beyt) Ondördüncü beytinde
dediği gibi:
<ı>Maharem-i in hoş cuz bihuş nist
Mer zubanra müşteri cuz güş nist
(Tercümesi: Bu duyguları ancak dünyalık duygularından
arınmış kimse anlar ve dilin ne dediklerini anlamak için de bir
sırdaş kulağına ihtiyaç vardır).
Yani giz âlemini algılamak için dünyalık aklından ve onun tuzak
olarak serdiği tutkuları azaltıp evrensel akla erişmek gerekir,
zira o sır dolu dilin dediklerini ancak bir manevî kulak
duyabilir.
Hazreti Muhammed : "İnsanlar uykudadır ve öldükleri vakit
uyanırlar" diye buyurmuştur. Demek ki, bu dünya hayatında
gördüğümüz şeyler, uyuyan bir kimsenin rüyasında gördüğü
şeyler gibidir, yani hayaldir.
Kur'an daki bir ayette ise, insanların kıyamet gününde tekrar
diriltildiklerinde şöyle diyecekleri bildirilmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden
bizi kim diriltip kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın
va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş".
(Yasin Suresi, 52)
Ayette de açıkca anlaılacağı gibi, insanlar kıyamet günü, bir
rüyadan uyanır gibi uyanacaklardır. Bir insan, ağır bir uykuya
daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında
kendisini uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa, bu
insanlar da aynı şekilde kendilerini kimin uyandırdığını
soracaklardır. Yani sonuçta, dünya hayatı gördüğümüz şeyler
bir rüya gibidir ve öldükten sonra, her insan bu rüyadan
uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair
görüntüleri görmeye başlayacaktır.
blog.milliyet.com
Her kes bunun ne demek olduğunu anlar umarım.Cismi hareket etdirmek için enerji sarfettiğimizi zannediyoruz.Aslında olansa elektrik sinyallerinin değiştirilmesi ve de imajinasyonun neden işe yaradığı da açık.Yani beynimizde kurguladığımızı imajineyi GERÇEĞE ya da beynimizdeki görüş bölgesindeki gerçeğe dönüştürüyoruz.Yani telekinezi yapıyorum derken aslında beyne gönderilen elektrik sinyallerini kontrol ediyoruz.Bu da bir yansıma oluyor.
Kaşığı bükmeye çalışma çünkü bu mümkün değil...
Gerçekte olan ise kaşığın olmamasıdır...
Başaranlar önce inandılar,sonra yaptılar,başaramayanlarsa önce yapıp sonra inanmayı denediler...
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
-
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 12 Haz, 14:59
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Kova Burcu: 22 Ocak-19 Şubat
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: unknown
Re: Matrix ve TeLeKiNeZi gerçeği teorim
not:filmden alıntıyı yanlış yazmış olabilirim.
Başaranlar önce inandılar,sonra yaptılar,başaramayanlarsa önce yapıp sonra inanmayı denediler...
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
- EmRe67
- Mesajlar: 318
- Kayıt: 20 Ara, 14:35
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Aslan Burcu: 23 Temmuz-22 Ağustos
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: İstanbul
Re: Matrix ve TeLeKiNeZi gerçeği teorim
Manevi güzel bir yazı teşekkürler :)
http://i.imgur.com/M8JNn.gif?1
- MrCapTaiN
- Mesajlar: 579
- Kayıt: 06 Şub, 13:52
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Yengeç Burcu: 23 Haziran-22 Temmuz
- Cinsiyetiniz: Erkek
Re: Matrix ve TeLeKiNeZi gerçeği teorim
Zaten insan vücudunda toplam 7 milyar nöron sinir hücreleri var elektrik sinyalleri buralardan üretiliyor.Biz Çalıştığımız zaman aslında bu nöronların kullanım alanını genişletiyor ve kontrol ediyoruz.Bu sayedede cismi hareket ettiriyoruz.Yazı İçin Teşekkürler güzel bir yazı olmuş :)
En Çok Yapan Aynı Zamanda En Çok Hayal Edendir.
-
- Mesajlar: 349
- Kayıt: 24 Haz, 10:37
- Yaşadığınız İl: 52 Ordu
- Burcunuz: Aslan Burcu: 23 Temmuz-22 Ağustos
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: Ordu
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
buna benzer bir şey izlemiştim ondan sonra düşünmeye başladım.Kararım ise bunun gerçek olamayacağı idi ama şimdi izleyince gerçek olabilir ama bi yandan da mantığım bunu inkar ediyor çünkü eğer her şey içimizdeyse buna evren de dahil ve evren her geçen salise genişliyor o zaman neden beynimizde genişlemesin ki? işte bu mantık beni beynimi zorliyor ve daha 14 yaşımdayım birde zaten okuduğum kitapta da buna benzer bulgular anlatılıyor ordada bi kuantumu anlamaya çalışmıştım kuantum teorisi de buna çok benziyor sonuçta kuantum bilimindede elektromanyetik sinyallerin beynimize geldiği anlatılıyor.
Umudun karşısında tüm imkansızlıklar diz çöker. Unutma! İnsan daha imkansızlığı keşfetmedi!
-
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 12 Haz, 14:59
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Kova Burcu: 22 Ocak-19 Şubat
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: unknown
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
anlayan birilerinin olması çok sevindirici bir durum.Gerçek bu arkadaşlar.bu teori deyol hayatın kendisi
Başaranlar önce inandılar,sonra yaptılar,başaramayanlarsa önce yapıp sonra inanmayı denediler...
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
-
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 12 Haz, 14:59
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Kova Burcu: 22 Ocak-19 Şubat
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: unknown
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
MADDENİN GERÇEĞİ KONUSUNA
GELEN
İTİRAZLARA CEVAPLAR
Maddenin gerçeği konusu, son
derece açık, net ve anlaşılır
olmasına rağmen, daha önceki
konularda da değinildiği gibi,
bazı insanlar birçok nedenle bu
gerçeği kabul etmekten
kaçınmakta ve anlamazlıktan
gelmektedir.
Bu gerçeğin ulaştığı birçok insan
maddenin ardındaki sırrı
öğrenmekten dolayı yaşadığı
olağanüstü heyecanı dile
getirmiş, bu gerçeğin hayatını ve
tüm düşüncelerini temelinden
değiştirdiğini belirtmiştir. Birçok
kişi ise, bu gerçeği daha iyi
kavrayabilmek için daha detaylı
sorular sorarak, konuyu daha
derinlemesine anlamaya
çalışmışlardır. Bu kişilerden
bazılarının yorumlarını Maddenin
Sırrını Öğrenenler Büyük Bir
Heyecan Yaşıyorlar bölümünde
görebilirsiniz.
Bazı çevreler ise, bu konuyu körü
körüne reddetmekte ve
kendilerince bazı mantıklar öne
sürerek, bu olağanüstü gerçeği
inkar edebilmenin yollarını
aramaktadırlar. Oysa, bu
konunun reddi bilimsel olarak
mümkün değildir. Bu konuyu
reddeden insanın, görüntünün
veya seslerin, beyninin içinde
oluşmadığını bilimsel olarak ispat
etmesi gerekir. Ama gelen
itirazların hiçbirinde, hiçbir bilim
adamı, nöroloji profesörü, beyin
uzmanı, psikolog, psikiyatrist
veya biyoloji profesörü olsun, hiç
kimse, tüm algılarımızın
beynimizde oluştuğunu
reddetmemektedir. Çünkü bu,
bilimsel olarak kesinliği bilinen
bir gerçektir.
Buna rağmen bazı kimseler,
görüntü beyninizde oluştuğuna
göre... diye başlayan bir cümlenin
ardından gelecek olan apaçık
gerçekten kaçabilmek için, bazı
laf oyunları yapmakta, bu
gerçeğin üzerini kelime oyunları
veya ağdalı bilimsel bir üslupla
kapatmaya çalışmaktadır. Bunun
en açık örneklerinden biri,
kendisine görüntü beyinde mi
oluşur diye sorulan bazı bilim
adamlarının verdikleri
cevaplardır.
Bu bilim adamlarından biri söz
konusu soruya şöyle bir cevap
vermektedir: Hayır, beyinde
görüntü oluşmaz. Gelen uyarılar
görsel bir deneyimin içeriğini
oluşturan bir temsil oluştururlar.
Şimdi bu bilim adamının,
gerçekleri göz ardı etmek için
kullandığı yöntemi inceleyelim. Bu
bilim adamı, görüntü beyinde mi
oluşur? sorusuna, önce kesin bir
hayır demektedir. Ardından ise,
gelen uyarılar ile görüntüyü
görmemizi sağlayan bir temsili
görüntü oluştuğunu
belirtmektedir. Sonuçta, sorulan
soruya aslında evet demektedir.
Beyinde oluşan görüntü elbette
ki temsili bir görüntüdür. Yani
beynin içinde hiçbir zaman
masanın, güneşin veya
gökyüzünün kendisi olmaz.
Temsili veya başka bir deyişle
kopyası olan bir görüntüsü olur.
Biz de, dünyayı görüyoruz
derken, bu temsili dünyayı, kopya
dünyayı veya hayal olan dünyayı
görürüz. Bunların hepsi, aynı
gerçeğin farklı şekillerde
ifadesidir. Bu bilim adamının
yaptığı, beynimizde gördüğümüz
dünya temsili bir dünya mıdır?
sorusuna kesinlikle hayır,
beynimizde gördüğümüz
dünyanın kopyasıdır gibi bir
cevap vermektir. Yani sorulan
soruyu önce kesinlikle reddedip,
ardından da farklı bir anlatımla,
biraz daha karışık cümlelerle
aslında beynimizde
gördüğümüzü onaylamaktadır.
Bu, bazı bilim adamlarının, bu
gerçeği kabul ettiklerinde, tek
mutlak varlık olarak kabul ettikleri
maddeyi kaybetmenin getirdiği
korku ve endişe ile başvurdukları
samimiyetsiz bir yöntemdir.
Bazıları ise, görüntünün
beynimizde oluştuğunu inkar
edememekte ama yine evet tüm
dünyayı beynimin içinde
görüyorum demekten kaçınmak
için, Beyin sadece gelen uyarıları
işler ve sinirsel aktiviteleri ayarlar,
böylece görüntüyü görür, sesi
duyarsınız diyerek dolambaçlı bir
cevap vermektedirler. Zaten, asıl
konu, beyin tüm işlemleri
yaptıktan sonra görüntünün
nerede oluştuğudur. Bu bilim
adamının verdiği cevap, sorunun
bir cevabı değil, görüntü
oluşmadan önceki aşamanın kısa
bir anlatımıdır. Beyin gelen
uyarıları işler, ama sonra bu
işlediklerini tekrar göze veya
kulağa geri göndermez.
Dolayısıyla gören göz, duyan da
kulak değildir. Öyle ise, beyin
gelen uyarıları işledikten sonra
ne yapar? Bu işlenen bilgi nerede
kalır, bu bilgi görüntüye veya
sese nerede dönüşür? Bu bilgiyi
görüntü olarak gören, ses olarak
duyan kimdir? Bu bilim
adamlarından istenen cevaplar
bunlarken, onlar birçok
dolambaçlı cevapla, gerçeği itiraf
etmekten kaçınmaktadırlar.
Aslında bu kadar açık bir
gerçeğin tartışılması büyük bir
mucizedir.
Ancak bu itiraz veya kaçış
yöntemlerinin hepsi geçersiz ve
zayıftır. Burada anlatılanları inkar
edecek kişinin, tüm algılarımızın
beynimizde oluştuğu gerçeğini
reddedecek bilgilerle gelmedikçe,
söyleyeceklerinin bir değeri
olmayacaktır. Görüntünün ve tüm
hislerimizin beynimizde oluştuğu
gerçektir. Ancak bir insan açık
gerçeği kavradığı halde bu
görüntüleri oluşturanın Allah
olduğunu inkar edebilir, bu
konuyu düşünmek ağzımın tadını
kaçırıyor diyebilir, maddenin
aslını hiçbir zaman göremediğimi
düşündükçe içim sıkılıyor,
hayatımın hiçbir anlamı kalmadı
diyebilir. Hiçlik haline gelip,
Allah'tan başka hiçbir varlık
kalmıyor olması bu insanın
ağırına gidiyor olabilir. Ancak,
gördüklerimi gözlerimle
görüyorum veya gördüklerimin
dışarıda asılları var diyemez.
Çünkü bunları kanıtlayacak hiçbir
bilimsel delile veya gözleme sahip
değildir, olamaz da. Zaten, en
koyu materyalist dahi tüm
görüntüyü beyninde gördüğünü
kabul etmektedir.
Bu bölümde, genelde bu gerçeği
kabul etmeye yanaşmayan
kişilerden gelen itirazlara verilen
cevaplara yer verilecektir.
Aşağıdaki itirazları ve cevaplarını
okuduğunuzda, samimi ve ön
yargısız olarak düşünüldüğünde
aslında bu soruların cevaplarının
çok açık olduğunu siz de
göreceksiniz.
İtiraz: Yolda otobüs
gördüğünüzde ezilmemek için
kaçarsınız. Demek ki otobüs var.
Eğer beyninizde görüyorsanız
neden kaçıyorsunuz?
Cevap: Bu ve benzeri soruları
soranların yanıldıkları ve
anlayamadıkları nokta, algı
kavramının sadece görme
duyusu ile ilgili olduğunu
sanmalarıdır. Oysa sadece görme
değil, dokunma, çarpma, darbe,
sertlik, acı, sıcaklık, soğukluk,
ıslaklık gibi tüm hisler, aynı
görme gibi insanın beyninde
oluşan algılardır. Örneğin
otobüse binmek için otobüsün
kapısının soğuk metalini elinde
hisseden bir insan, aslında bu
soğuk metal hissini beyninde
algılar. Bu çok açık ve bilinen bir
gerçektir. Dokunma duyusu, daha
önce de belirtildiği gibi, bir
insanın -örneğin parmaklarından
gelen sinir uyarılarının- beyninin
belli bir noktasında oluşturduğu
bir histir. Hisseden parmaklarımız
değildir. İnsanlar bunu bilimsel
olarak da açıklandığı için kabul
etmektedirler. Ancak, konu
otobüsün kapısını tutmak değil
de, otobüsün insana çarpması
olunca, yani bu dokunma hissi
daha şiddetli ve acı verici olunca,
bu gerçeğin geçerli olmadığını
sanmaktadırlar. Oysa, acı veya
darbe de beyinde hissedilir. Bir
otobüsün çarptığı bir insan
darbenin şiddetini ve tüm acıyı
beyninde hisseder. Bunu daha iyi
anlamak için rüyaları düşünmek
faydalı olacaktır. İnsan rüyasında
da kendisine otobüs çarptığını,
kazadan sonra gözünü
hastanede açtığını, ameliyata
alındığını, doktorların
konuşmalarını, ailesinin telaş ile
hastaneye gelişini, sakat kaldığını
veya canının çok yandığını
görebilir. Rüyasında yaşadığı tüm
bu olayların görüntülerini,
seslerini, sertlik hissini, acıyı, ışığı,
hastanedeki renkleri, her türlü
hissi çok berrak ve net olarak
algılamaktadır. Ve bunların hepsi
gerçek yaşamdakiler kadar doğal
ve inandırıcıdır. O an, rüyanın
içindeki biri ona rüya
gördüğünü, gördüklerinin bir
hayal olduğunu söylese ona
inanmaz. Oysa, gördüklerinin
hepsi bir hayaldir ve ne
otobüsün, ne hastanenin, ne de
rüyasında gördüğü bedeninin dış
dünyada maddi karşılığı yoktur.
Rüyasında gördüğü bedenin ve
otobüsün maddi karşılıkları
olmamasına rağmen, gerçek bir
bedene gerçek bir otobüs
çarpmış gibi hissedebilmektedir.
Öyle ise materyalistlerin
maddenin varlığını tokat yiyince
anlarsın, dizine bir tekme gelince,
maddenin varlığından şüphen
kalmaz, köpek görünce kaçarsın
ama, otobüs çarpınca beyninde
mi değil mi anlarsın, madem algı
o zaman otobana çıkıp
arabalardan kaçmadan ortada
dur gibi itirazlarının hiçbir anlamı
ve geçerliliği yoktur. Hızlı bir
darbe, can acıtan köpeğin dişleri,
şiddetli bir tokat, maddenin aslı
ile muhatap olduğunuzun kanıtı
değillerdir. Çünkü bahsedildiği
gibi bunların aynısını rüyanızda
da, maddi karşılıkları olmadığı
halde yaşayabilirsiniz. Ayrıca, bir
hissin şiddetli olması, o hissin
beyinde oluştuğu gerçeğini de
değiştirmemektedir. Bu, bilimsel
olarak ispatı olan çok açık bir
gerçektir.
Bazı insanların otobandan hızla
geçen bir otobüsü veya bu
otobüsün sebep olduğu bir
kazayı, maddenin fiziksel varlığı
ile muhatap olduklarının çarpıcı
bir delili sanmalarının nedeni,
görüntünün insanı aldatacak
kadar gerçekçi görülmesi ve
hissedilmesidir. Mekan
görüntülerindeki, örneğin
otobandaki derinlik ve
perspektifin kusursuzluğu,
mekanda görülen cisimlerin renk,
şekil, gölge olarak mükemmelliği,
ses, koku ve sertlik hislerinin çok
net olması ve görüntünün içinde
bir mantık bütünlüğü bulunması
kimilerini yanıltabilmektedir. Ve
bazı insanlar bu olaylar
neticesinde bunların algı
olduğunu unutabilmektedir. Ama
zihinde meydana gelen algılar ne
kadar eksiksiz ve mükemmel
olursa olsun, bunların birer algı
olduğu gerçeği değişmeyecektir.
İnsan otobanda yürürken bir
kaza yaşasa da, depremde yıkılan
bir evin altında kalsa da,
yangında alevler tarafından
sarılsa da, merdivenlere takılıp
düşse de tüm bu olayları
zihninde yaşar ve asla gerçekleri
ile muhatap olamaz.
Bir insan otobandaki bir
otobüsün önüne atladığında,
zihnindeki otobüs, zihnindeki
bedenine çarpar. O insanın bu
kaza sonucunda hayatını
yitirmesi, bedeninin parçalanması
da bu gerçeği değiştirmez. Eğer
insanın zihninde gördüğü bu
olay ölüm ile sonuçlanırsa, Allah o
insana gösterdiği görüntüyü bir
perdenin kaldırılması gibi kaldırır
ve o kişiye başka bir görüntü,
ahirete ait görüntüleri gösterir.
Bu gerçeği şimdi samimiyetle
düşünüp anlamayanlar,
ölümleriyle birlikte hemen
anlayacaklardır.
İtiraz: Tüm nesneleri beynimde
gördüğüm doğru, ancak ben
dışarıda aslı olan nesneleri
beynimde görüyorum.
Cevap: Tüm dünyayı beynimizde
algıladığımız, bilimin kesin olarak
ispatladığı ve bilgi sahibi hiç
kimsenin aksini iddia
edemeyeceği bir gerçektir. Ancak
insanların asıl kavrayamadıkları
konu şudur: Biz tüm nesneleri
zihnimizde algılıyorsak,
zihnimizin dışında bu nesnelerin
varlığından nasıl emin olabiliriz?
Bu şüphe doğrudur; biz hiçbir
zaman zihnimizde
algıladıklarımızın dışarıda
maddesel karşılıkları olup
olmadığından emin olamayız.
Çünkü biz, beynimizin dışına çıkıp
da dışarıda ne olduğunu
göremeyiz. Beyindeki
görüntülerin dış dünyada
karşılığı bulunduğunu iddia
etmek, işte bu yüzden mümkün
değildir. Çünkü ne bu iddiayı öne
süren kişi, ne bir nörolog, ne bir
beyin cerrahı, ne bir felsefeci, ne
de herhangi bir başka insan
bugüne kadar beyninin dışına
çıkamamıştır ki, beyninin dışında
ne olduğunu bilebilsin.
İnsanın hayatına dair bildiği
herşey, beynine gelen elektrik
sinyallerinin beyni tarafından
algılanış şeklinden kaynaklanır.
Yani insan, daima kendi beyninin
içinde oluşan dünyasında yaşar.
Gökyüzüne baktığımızda
gördüğümüz kuşlar, caddenin
öbür ucunda gözden kaybolmak
üzere olan bir araba, odamızdaki
eşyalar, elimizdeki bu kitap,
dostlarımız, akrabalarımız,
bunların hepsi beynimize ulaşan
kopya görüntülerdir. Ve kimse
beyninin içinde oluşan bu
hayatın dışına çıkamaz. Bu, ne
bilimle ne de teknoloji ile
ulaşılması imkansız bir
durumdur. Çünkü bir bilim adamı
ne icat ederse etsin, yine onu
beyninin içindeki görüntünün
içinde icat edecektir. Dolayısıyla, o
dış dünyayı görmek için icat
ettiği şey de beyninin içinde
kalacaktır.
Bu gerçek çok açık olmasına
rağmen bazı insanlar gördükleri
görüntünün dışarıda maddesel
karşılıkları olduğunu iddia
ederler. Bugüne kadar hiç
kimsenin aslını görmediği madde
denen bir varlığa inanırlar. Oysa
madde, insanların gördükleri
hayallere taktıkları bir isimden
başka birşey değildir. Hiçbir
insanın bir maddenin aslının
neye benzediğini bilmesi
mümkün değildir; çünkü hiçbir
insan maddenin aslı ile hiçbir
zaman muhatap olmamıştır. İlk
insandan bu yana yeryüzünde bir
sesin aslını duyan, bir
manzaranın aslını gören veya bir
gülün aslını koklayan tek bir
insan bile yaşamamıştır.
Ayrıca şunu da hatırlatmak
gerekir: Algıları dışında
maddenin, yani dış dünyanın var
olduğunu söyleyen biri, yine bu
dünyayı görmek için bir göze
ihtiyaç duyacaktır. Ve bu dış
dünya gözlerinin içinden geçip
bir elektrik sinyaline dönüşecek
ve elektrik sinyalleri beyninde
görüntü meydana getirecektir.
Sonuçta bu kişi yine beynindeki
dünyayı görecektir. Eğer bu
kişinin beynine giden sinirler
kesilse, dışarıda var dediği
görüntü de bir anda kesilecektir.
O halde hiçbir zaman, hiçbir
şekilde aslını göremeyeceği, aslı
olsa bile kendisine bir fayda
sağlamayacağı için bu konuda bu
kadar ısrar etmenin anlamı
nedir?
İtiraz: Madde beynimin dışında
vardır. Bıçağı biraz kaydırdığımda
elimde hissettiğim acı, sızlama,
elimden akan kan bir görüntü
değil. Ayrıca bunu yanımdaki
arkadaşım da gördü.
Cevap: Aslında bu konuyu
bundan önceki itirazların
cevaplarında detaylandırmıştık.
Ancak konunun önemi açısından
burada bir kez daha
vurgulamakta yarar vardır.
Bu itirazı getirenlerin en önemli
yanılgısı, görüntü dışında ses,
koku, dokunma gibi diğer
hislerin de beyinde oluştuğunu
göz ardı etmeleridir. Bu nedenle
bıçağı beynimde görüyor
olabilirim, ama bıçağın keskinliği
bakın gerçek, çünkü elimi kesti
demektedirler. Oysa bu kişinin
elindeki acı, akan kanın verdiği
sıcaklık ve ıslaklık hissi ve tüm
diğer algıları yine beyninde
oluşur. Yanındaki arkadaşının bu
olaya şahit olması bu gerçeği
değiştirmez, çünkü arkadaşı da,
bıçakla aynı yerde yani
beynindeki görme merkezinde
oluşmaktadır. Bu kişi aynı hisleri,
bıçakla elini kestiğini, elindeki
acıyı, kanın görüntüsünü ve
sıcaklığını aynısı ile rüyasında da
yaşayabilir. Elini kestiğini gören
arkadaşını da yine rüyasında
görür. Ama arkadaşının varlığı,
bu rüyada gördüklerinin
maddesel karşılıkları olduğunun
bir kanıtı olmaz.
Hatta rüyasında elini kestiği
sırada biri gelip, bu gördüklerin
bir algı, bu bıçak gerçek değil,
elinden akan kan, hissettiğin
acılar da gerçek değil, bunların
hepsi şu an zihninde izlediğin
olaylar dese, kişi buna
inanmayacak ve yine itiraz
edecektir. Hatta belki Ben
materyalistim. Böyle iddialara
inanmam. Şu anda gördüklerimin
hepsinin maddesel gerçekliği var,
bak kanı görmüyor musun?
diyecektir.
İşte, maddenin dışarıda aslı
vardır diye ısrar edenler,
yukarıdaki örnekte görülen kişi
gibidirler. İçinde yaşadıkları
algılar dünyasında tüm bunlar bir
algı, ve bu algıların aslına asla
ulaşamazsın, asılları var mı yok
mu bilemezsin denmekte, ancak
onlar bu gerçeğe şiddetle karşı
çıkmaktadırlar.
Ancak şunu da unutmamak
gerekir ki, bir insan, eli
kesildiğinde, bu nasılsa bir
görüntü diyerek tedbir almadan
oturmaz. Çünkü Allah, bu
görüntüler içinde insanları bazı
sebeplere bağlı olarak
yaratmıştır. Örneğin eli kesilen
insan bunun için gerekli ilaçları
kullanır, elini sarar veya doktora
gider. Ancak bu işlemlerin hepsi
yine beyninde bir görüntü olarak
meydana gelir. Sargı bezi de,
kullandığı ilaçlar da beyninde
oluşan görüntülerdir.
İtiraz: Maddenin zihnimizde
gördüğümüz bir hayal olduğunu
söylemek İslam dini ile bağdaşır
mı?
Cevap: Bazı Müslümanlar,
maddenin bir hayal olduğu
gerçeğinin İslam dini ile
bağdaşmadığını öne sürmekte ve
geçmişte din alimlerinin bu
gerçeği kabul etmediklerini iddia
etmektedirler. Oysa bu doğru
değildir. Aksine burada
anlatılanlar Kuran ayetleri ile
tamamen mutabıktır; hatta
birçok ayetin, cennet ve
cehennem, sonsuzluk,
zamansızlık, ölümden sonra
diriliş, ahiret gibi Kuran'da
bildirilen konuların kesin bir
kavrayışla anlaşılması açısından
da son derece önemlidir.
Elbette ki bu konu bilinmese de,
bir insan gerçek imanı
yaşayabilir. Allah'ın Kuran'da
bildirdiği herşeye gönülden ve
hiçbir şüphe duymadan iman
edebilir. Ama şunu belirtmek
gerekir ki, bu konu insanın
imanda ve yakinde
derinleşmesini sağlar ve nitekim
geçmişte birçok önemli İslam
alimi de, bu gerçeği bu yönde
açıklamışlardır. Yalnızca
yaşadıkları dönemde bilimin bu
konuyu henüz açığa çıkarmamış
olması ve konuyu yanlış anlamaya
müsait akımların varlığı, onların
bu anlattıklarının yayılmasını ve
geniş kitlelerce bilinmesini
engellemiştir.
Maddenin gerçek mahiyetini
açıklayan İslam alimlerinden biri
ve en önemlisi hicri onuncu asrın
müceddidi sayılan ve asırlardır
tüm İslam dünyasının büyük
saygısını kazanmış olan İmam
Rabbani'dir. İmam Rabbani'nin,
Mektubat adlı eserinde bu
konuyla ilgili çok detaylı izahlar
bulunmaktadır. İmam Rabbani,
Allah'ın, kainatı his ve vehim
mertebesinde, yani algı
derecesinde yarattığını bir
mektubunda şöyle
açıklamaktadır:
Yukarıda şöyle bir cümle
kullandım: 'Sübhan Hak'kın halkı
(Allah'ın yaratışı), his ve vehim
mertebesindedir.' Bunun manası
şu demeye gelir: 'Allah-u Teala,
eşyayı öyle bir mertebede
yaratmıştır ki, o mertebede eşya
için his ve vehimden gayrı bir
yerde sübut (sabitlik) ve husul
(varlık) yoktur.47
Dikkat edilirse, İmam Rabbani,
bizim gördüğümüz alemin, yani
tüm varlıkların his ve vehim
mertebesinde, yani algı
düzeyinde yaratıldığını özellikle
vurgulamaktadır. Bu vehim
mertebesindeki alemin dışında
(hariçte) ise sadece Allah'ın Zatı
vardır. Gerçekte bu dışta (hariçte)
kavramı da farazi bir kavramdır;
çünkü bir vehmin vücudu yoktur,
hacim kaplamaz. İmam Rabbani,
eşyanın (yani şeylerin, tüm
maddelerin) hariçte bir varlığı
olmadığını şöyle anlatır:
Hariçte Yüce Hak'tan başka
mevcut değildir... Belki de şanı
büyük Allah'ın yaratması ile
vehim mertebesinde sübut
(sabitlik) bulmuştur... Eşya, hariçte
nasıl kendisinin vücudu olmayan
birşey ise, hariçte onun
gözükmesi dahi, kendi renksizliği
iledir... Eğer onun için bir görüntü
sabit olur ise, o vehim
mertebesindedir. Eğer onun bir
sübutu (sabitliği) var ise, o dahi,
yüce Allah'ın vehim
mertebesindeki sanatı iledir.
Hulasa, onun sabitliği ve
görüntüsü tek mertebede
olmaktadır. Sübutu bir yerde,
görüntüsü dahi ayrı bir yerde
değildir... Onun hariçte bir nişanı
yoktur ki, orada görünür ola...48
p Sonuç olarak, İmam
Rabbani'nin de izahlarından açık
bir şekilde anladığımız gibi, biz
bilimsel olarak da, akıl ile
düşündüğümüzde de,
algıladığımız görüntülerin
dışımızda bir aslı var mı yok mu
asla bilemeyiz. Biz sadece
zihnimizde bize gösterilen
görüntüyü görürüz. Bu
görüntüyü tüm detayları ile
yaratan ve bize izlettiren ise
Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Yegane mutlak varlığın Allah
olduğunu, Allah'ın tüm kainatı
vehim mertebesinde yarattığını
açıklamış olan bir diğer büyük
İslam alimi, Muhyiddin Arabi'dir.
İlimdeki derinliği nedeniyle Şeyh-i
Ekber (en büyük şeyh) olarak da
anılmış olan Muhyiddin Arabi,
Fusüs-ül Hikem (Hikmetlerin Özü)
adlı kitabında kainatın Allah'ın
tecellilerinden oluşan bir gölge
varlık olduğunu şöyle
açıklamıştır:
Biz diyoruz ki, bilmelisin ki,
Hak'tan başka varlıklar, yahut
alem adıyla anılan şey, Hak'ka
nispetle bir şahsın gölgesi
gibidir. Böyle olunca masiva, yani
Allah'tan başka olan varlıklar,
Allah'ın gölgesidir... Gölge
şüphesiz histe mevcuttur.49
Muhyiddin Arabi'nin aşağıdaki
sözleri ise, kendisini Allah'tan
müstakil bir varlık olarak gören,
kendisini mutlak bir varlık
zanneden insanlara verilmiş açık
bir cevaptır:
İş benim sana anlattığım gibi
olunca alem, mefhumdur. Onun
gerçek bir varlığı yoktur. Bu ise
hayalin manasıdır. Yani sen kendi
nefsinde zannettin ki alem zait
bir şeydir. Kendi nefsi ile var
olmuştur. Hak'tan hariç bir
varlıktır. Halbuki kendi nefsinde
böyle değildir. Görmez misin ki,
gölge sahibinden peyda olmuş ve
ona bitişik olduğu halde zahiri
görünüşte sahibinden ayrılması
imkansızdır... Mesele sana
anlattığımız gibi olunca bil ki, sen
hayalsin. Bütün idrak ettiğin ve o
Hak'tan ayrıdır yahut o ben
değilim dediğin varlıklar da hep
hayaldir. Şu varlığın hepsi de
hayal içindedir. Gerçek varlık, zatı
ve aynı itibarıyla ancak
Allah'tır.50
Muhyiddin Arabi'nin bu
sözlerinde belirttiği gibi, insan
Allah'ın Kendisi'nden üflediği
ruhu taşıyan, Allah'ın tecellisi olan
bir varlıktır. Tek mutlak varlık
Allah'tır. İnsan ise hayal olandır.
Bu çok önemli bir gerçektir ve
aksi düşünüldüğünde insan
büyük bir yanılgının içine
düşmüş olur.
İmam Rabbani ve Muhyiddin
Arabi'nin yanı sıra Mevlana Cami
de, Kuran'ın işaretleri ve akıl
yoluyla bulduğu bu hayret verici
gerçeği, kainatta ne varsa hepsi
vehim ve hayaldir. Ya aynalardaki
akislerdir, ya da gölgeler gibidir
diyerek dile getirmiştir.
Görüldüğü gibi, büyük İslam
alimleri bu gerçeği bütün açıklığı
ile açıklamışlardır ve dolayısıyla
bu konunun Kuran'a ve sünnete
karşı olduğunu iddia etmek veya
İslam alimlerinin kabul
etmediğini öne sürmek inandırıcı
değildir. Ayrıca, şu da
unutulmamalıdır ki, tüm
görüntüleri beynimizde
gördüğümüz kimsenin inkar
edemediği kesin olarak
ispatlanmış bir gerçektir.
Geçmişte bu gerçek bilimsel
olarak bilinemeyeceği için, bazı
İslam alimlerinin bu gerçeği
ortaya koymamış olmaları
doğaldır. Ayrıca, maddenin hayal
olduğu gerçeğini bazı çevreler
sapkın bir inançla açıklamışlar ve
dinin hükümlerini ve kurallarını
ortadan bu şekilde kaldırmaya
çalışmışlardır. Bu tür sapkın ve
samimiyetsiz akımlar nedeniyle
de, bazı İslam alimleri
Müslümanları bu tür tehlikelere
karşı uyarmışlardır. Fakat bunlar
bu gerçeğin sapkın yorumlarıdır.
Burada anlatılanlarla
karıştırılmamalıdır.
Nitekim İmam Rabbani,
maddenin aslı konusunu yanlış
yorumlayarak sapan filozoflardan
da bahsetmiş, kendisinin anlattığı
gerçek ile bu filozofların sapkın
görüşlerinin çok farklı olduğunu
özellikle vurgulamıştır.
Mektubat'ında bu konuda şu
yorumu yapmıştır:
Alem için 'mevhum' sözümüz, şu
manaya değildir: 'O vehmin
yapması ve yontmasıdır.'... Elbette,
o sözümüzün manası şudur:
Sübhan Hak, alemi vehim
mertebesinde yarattı... Vehim,
oluşu olmayan bir zuhurdan ve
vücuddan ibarettir. Bir noktanın
cevelanla (hızla) dönmesinden
doğan bir daire misalidir. Onun
da zuhuru vardır, amma vücudu
yoktur...
Bu arada, mecnunlar güruhu
sofestaiyenin (felsefecilerin) kail
olduğu (söylediği) mevhum ise,
bir başkadır. Bunların kail
oldukları (söyledikleri) vehmin
icadı ve hayalin yontmasıdır. İki
mana arasında çok fark vardır.51
İmam Rabbani'nin belirttiği gibi,
Eski Yunan'daki sofistler madde
kendi kendimize yarattığımız bir
algıdır demişlerdir. Bu görüş, akli
ve ilmi yönlerden saçma ve dinen
de sapkındır. Doğrusu ise, baştan
beri vurguladığımız gibi,
maddenin Allah'ın yarattığı bir
algı olduğudur.
Felsefecilerin bu sapkın görüşleri
ile bizim tarafımızdan açıklanan
ve İslam alimleri tarafından haber
verilmiş olan madde, Allah'ın
yarattığı bir vehimdir
açıklamasını karıştırmak ise çok
büyük bir hata olur.
İşlemler
GELEN
İTİRAZLARA CEVAPLAR
Maddenin gerçeği konusu, son
derece açık, net ve anlaşılır
olmasına rağmen, daha önceki
konularda da değinildiği gibi,
bazı insanlar birçok nedenle bu
gerçeği kabul etmekten
kaçınmakta ve anlamazlıktan
gelmektedir.
Bu gerçeğin ulaştığı birçok insan
maddenin ardındaki sırrı
öğrenmekten dolayı yaşadığı
olağanüstü heyecanı dile
getirmiş, bu gerçeğin hayatını ve
tüm düşüncelerini temelinden
değiştirdiğini belirtmiştir. Birçok
kişi ise, bu gerçeği daha iyi
kavrayabilmek için daha detaylı
sorular sorarak, konuyu daha
derinlemesine anlamaya
çalışmışlardır. Bu kişilerden
bazılarının yorumlarını Maddenin
Sırrını Öğrenenler Büyük Bir
Heyecan Yaşıyorlar bölümünde
görebilirsiniz.
Bazı çevreler ise, bu konuyu körü
körüne reddetmekte ve
kendilerince bazı mantıklar öne
sürerek, bu olağanüstü gerçeği
inkar edebilmenin yollarını
aramaktadırlar. Oysa, bu
konunun reddi bilimsel olarak
mümkün değildir. Bu konuyu
reddeden insanın, görüntünün
veya seslerin, beyninin içinde
oluşmadığını bilimsel olarak ispat
etmesi gerekir. Ama gelen
itirazların hiçbirinde, hiçbir bilim
adamı, nöroloji profesörü, beyin
uzmanı, psikolog, psikiyatrist
veya biyoloji profesörü olsun, hiç
kimse, tüm algılarımızın
beynimizde oluştuğunu
reddetmemektedir. Çünkü bu,
bilimsel olarak kesinliği bilinen
bir gerçektir.
Buna rağmen bazı kimseler,
görüntü beyninizde oluştuğuna
göre... diye başlayan bir cümlenin
ardından gelecek olan apaçık
gerçekten kaçabilmek için, bazı
laf oyunları yapmakta, bu
gerçeğin üzerini kelime oyunları
veya ağdalı bilimsel bir üslupla
kapatmaya çalışmaktadır. Bunun
en açık örneklerinden biri,
kendisine görüntü beyinde mi
oluşur diye sorulan bazı bilim
adamlarının verdikleri
cevaplardır.
Bu bilim adamlarından biri söz
konusu soruya şöyle bir cevap
vermektedir: Hayır, beyinde
görüntü oluşmaz. Gelen uyarılar
görsel bir deneyimin içeriğini
oluşturan bir temsil oluştururlar.
Şimdi bu bilim adamının,
gerçekleri göz ardı etmek için
kullandığı yöntemi inceleyelim. Bu
bilim adamı, görüntü beyinde mi
oluşur? sorusuna, önce kesin bir
hayır demektedir. Ardından ise,
gelen uyarılar ile görüntüyü
görmemizi sağlayan bir temsili
görüntü oluştuğunu
belirtmektedir. Sonuçta, sorulan
soruya aslında evet demektedir.
Beyinde oluşan görüntü elbette
ki temsili bir görüntüdür. Yani
beynin içinde hiçbir zaman
masanın, güneşin veya
gökyüzünün kendisi olmaz.
Temsili veya başka bir deyişle
kopyası olan bir görüntüsü olur.
Biz de, dünyayı görüyoruz
derken, bu temsili dünyayı, kopya
dünyayı veya hayal olan dünyayı
görürüz. Bunların hepsi, aynı
gerçeğin farklı şekillerde
ifadesidir. Bu bilim adamının
yaptığı, beynimizde gördüğümüz
dünya temsili bir dünya mıdır?
sorusuna kesinlikle hayır,
beynimizde gördüğümüz
dünyanın kopyasıdır gibi bir
cevap vermektir. Yani sorulan
soruyu önce kesinlikle reddedip,
ardından da farklı bir anlatımla,
biraz daha karışık cümlelerle
aslında beynimizde
gördüğümüzü onaylamaktadır.
Bu, bazı bilim adamlarının, bu
gerçeği kabul ettiklerinde, tek
mutlak varlık olarak kabul ettikleri
maddeyi kaybetmenin getirdiği
korku ve endişe ile başvurdukları
samimiyetsiz bir yöntemdir.
Bazıları ise, görüntünün
beynimizde oluştuğunu inkar
edememekte ama yine evet tüm
dünyayı beynimin içinde
görüyorum demekten kaçınmak
için, Beyin sadece gelen uyarıları
işler ve sinirsel aktiviteleri ayarlar,
böylece görüntüyü görür, sesi
duyarsınız diyerek dolambaçlı bir
cevap vermektedirler. Zaten, asıl
konu, beyin tüm işlemleri
yaptıktan sonra görüntünün
nerede oluştuğudur. Bu bilim
adamının verdiği cevap, sorunun
bir cevabı değil, görüntü
oluşmadan önceki aşamanın kısa
bir anlatımıdır. Beyin gelen
uyarıları işler, ama sonra bu
işlediklerini tekrar göze veya
kulağa geri göndermez.
Dolayısıyla gören göz, duyan da
kulak değildir. Öyle ise, beyin
gelen uyarıları işledikten sonra
ne yapar? Bu işlenen bilgi nerede
kalır, bu bilgi görüntüye veya
sese nerede dönüşür? Bu bilgiyi
görüntü olarak gören, ses olarak
duyan kimdir? Bu bilim
adamlarından istenen cevaplar
bunlarken, onlar birçok
dolambaçlı cevapla, gerçeği itiraf
etmekten kaçınmaktadırlar.
Aslında bu kadar açık bir
gerçeğin tartışılması büyük bir
mucizedir.
Ancak bu itiraz veya kaçış
yöntemlerinin hepsi geçersiz ve
zayıftır. Burada anlatılanları inkar
edecek kişinin, tüm algılarımızın
beynimizde oluştuğu gerçeğini
reddedecek bilgilerle gelmedikçe,
söyleyeceklerinin bir değeri
olmayacaktır. Görüntünün ve tüm
hislerimizin beynimizde oluştuğu
gerçektir. Ancak bir insan açık
gerçeği kavradığı halde bu
görüntüleri oluşturanın Allah
olduğunu inkar edebilir, bu
konuyu düşünmek ağzımın tadını
kaçırıyor diyebilir, maddenin
aslını hiçbir zaman göremediğimi
düşündükçe içim sıkılıyor,
hayatımın hiçbir anlamı kalmadı
diyebilir. Hiçlik haline gelip,
Allah'tan başka hiçbir varlık
kalmıyor olması bu insanın
ağırına gidiyor olabilir. Ancak,
gördüklerimi gözlerimle
görüyorum veya gördüklerimin
dışarıda asılları var diyemez.
Çünkü bunları kanıtlayacak hiçbir
bilimsel delile veya gözleme sahip
değildir, olamaz da. Zaten, en
koyu materyalist dahi tüm
görüntüyü beyninde gördüğünü
kabul etmektedir.
Bu bölümde, genelde bu gerçeği
kabul etmeye yanaşmayan
kişilerden gelen itirazlara verilen
cevaplara yer verilecektir.
Aşağıdaki itirazları ve cevaplarını
okuduğunuzda, samimi ve ön
yargısız olarak düşünüldüğünde
aslında bu soruların cevaplarının
çok açık olduğunu siz de
göreceksiniz.
İtiraz: Yolda otobüs
gördüğünüzde ezilmemek için
kaçarsınız. Demek ki otobüs var.
Eğer beyninizde görüyorsanız
neden kaçıyorsunuz?
Cevap: Bu ve benzeri soruları
soranların yanıldıkları ve
anlayamadıkları nokta, algı
kavramının sadece görme
duyusu ile ilgili olduğunu
sanmalarıdır. Oysa sadece görme
değil, dokunma, çarpma, darbe,
sertlik, acı, sıcaklık, soğukluk,
ıslaklık gibi tüm hisler, aynı
görme gibi insanın beyninde
oluşan algılardır. Örneğin
otobüse binmek için otobüsün
kapısının soğuk metalini elinde
hisseden bir insan, aslında bu
soğuk metal hissini beyninde
algılar. Bu çok açık ve bilinen bir
gerçektir. Dokunma duyusu, daha
önce de belirtildiği gibi, bir
insanın -örneğin parmaklarından
gelen sinir uyarılarının- beyninin
belli bir noktasında oluşturduğu
bir histir. Hisseden parmaklarımız
değildir. İnsanlar bunu bilimsel
olarak da açıklandığı için kabul
etmektedirler. Ancak, konu
otobüsün kapısını tutmak değil
de, otobüsün insana çarpması
olunca, yani bu dokunma hissi
daha şiddetli ve acı verici olunca,
bu gerçeğin geçerli olmadığını
sanmaktadırlar. Oysa, acı veya
darbe de beyinde hissedilir. Bir
otobüsün çarptığı bir insan
darbenin şiddetini ve tüm acıyı
beyninde hisseder. Bunu daha iyi
anlamak için rüyaları düşünmek
faydalı olacaktır. İnsan rüyasında
da kendisine otobüs çarptığını,
kazadan sonra gözünü
hastanede açtığını, ameliyata
alındığını, doktorların
konuşmalarını, ailesinin telaş ile
hastaneye gelişini, sakat kaldığını
veya canının çok yandığını
görebilir. Rüyasında yaşadığı tüm
bu olayların görüntülerini,
seslerini, sertlik hissini, acıyı, ışığı,
hastanedeki renkleri, her türlü
hissi çok berrak ve net olarak
algılamaktadır. Ve bunların hepsi
gerçek yaşamdakiler kadar doğal
ve inandırıcıdır. O an, rüyanın
içindeki biri ona rüya
gördüğünü, gördüklerinin bir
hayal olduğunu söylese ona
inanmaz. Oysa, gördüklerinin
hepsi bir hayaldir ve ne
otobüsün, ne hastanenin, ne de
rüyasında gördüğü bedeninin dış
dünyada maddi karşılığı yoktur.
Rüyasında gördüğü bedenin ve
otobüsün maddi karşılıkları
olmamasına rağmen, gerçek bir
bedene gerçek bir otobüs
çarpmış gibi hissedebilmektedir.
Öyle ise materyalistlerin
maddenin varlığını tokat yiyince
anlarsın, dizine bir tekme gelince,
maddenin varlığından şüphen
kalmaz, köpek görünce kaçarsın
ama, otobüs çarpınca beyninde
mi değil mi anlarsın, madem algı
o zaman otobana çıkıp
arabalardan kaçmadan ortada
dur gibi itirazlarının hiçbir anlamı
ve geçerliliği yoktur. Hızlı bir
darbe, can acıtan köpeğin dişleri,
şiddetli bir tokat, maddenin aslı
ile muhatap olduğunuzun kanıtı
değillerdir. Çünkü bahsedildiği
gibi bunların aynısını rüyanızda
da, maddi karşılıkları olmadığı
halde yaşayabilirsiniz. Ayrıca, bir
hissin şiddetli olması, o hissin
beyinde oluştuğu gerçeğini de
değiştirmemektedir. Bu, bilimsel
olarak ispatı olan çok açık bir
gerçektir.
Bazı insanların otobandan hızla
geçen bir otobüsü veya bu
otobüsün sebep olduğu bir
kazayı, maddenin fiziksel varlığı
ile muhatap olduklarının çarpıcı
bir delili sanmalarının nedeni,
görüntünün insanı aldatacak
kadar gerçekçi görülmesi ve
hissedilmesidir. Mekan
görüntülerindeki, örneğin
otobandaki derinlik ve
perspektifin kusursuzluğu,
mekanda görülen cisimlerin renk,
şekil, gölge olarak mükemmelliği,
ses, koku ve sertlik hislerinin çok
net olması ve görüntünün içinde
bir mantık bütünlüğü bulunması
kimilerini yanıltabilmektedir. Ve
bazı insanlar bu olaylar
neticesinde bunların algı
olduğunu unutabilmektedir. Ama
zihinde meydana gelen algılar ne
kadar eksiksiz ve mükemmel
olursa olsun, bunların birer algı
olduğu gerçeği değişmeyecektir.
İnsan otobanda yürürken bir
kaza yaşasa da, depremde yıkılan
bir evin altında kalsa da,
yangında alevler tarafından
sarılsa da, merdivenlere takılıp
düşse de tüm bu olayları
zihninde yaşar ve asla gerçekleri
ile muhatap olamaz.
Bir insan otobandaki bir
otobüsün önüne atladığında,
zihnindeki otobüs, zihnindeki
bedenine çarpar. O insanın bu
kaza sonucunda hayatını
yitirmesi, bedeninin parçalanması
da bu gerçeği değiştirmez. Eğer
insanın zihninde gördüğü bu
olay ölüm ile sonuçlanırsa, Allah o
insana gösterdiği görüntüyü bir
perdenin kaldırılması gibi kaldırır
ve o kişiye başka bir görüntü,
ahirete ait görüntüleri gösterir.
Bu gerçeği şimdi samimiyetle
düşünüp anlamayanlar,
ölümleriyle birlikte hemen
anlayacaklardır.
İtiraz: Tüm nesneleri beynimde
gördüğüm doğru, ancak ben
dışarıda aslı olan nesneleri
beynimde görüyorum.
Cevap: Tüm dünyayı beynimizde
algıladığımız, bilimin kesin olarak
ispatladığı ve bilgi sahibi hiç
kimsenin aksini iddia
edemeyeceği bir gerçektir. Ancak
insanların asıl kavrayamadıkları
konu şudur: Biz tüm nesneleri
zihnimizde algılıyorsak,
zihnimizin dışında bu nesnelerin
varlığından nasıl emin olabiliriz?
Bu şüphe doğrudur; biz hiçbir
zaman zihnimizde
algıladıklarımızın dışarıda
maddesel karşılıkları olup
olmadığından emin olamayız.
Çünkü biz, beynimizin dışına çıkıp
da dışarıda ne olduğunu
göremeyiz. Beyindeki
görüntülerin dış dünyada
karşılığı bulunduğunu iddia
etmek, işte bu yüzden mümkün
değildir. Çünkü ne bu iddiayı öne
süren kişi, ne bir nörolog, ne bir
beyin cerrahı, ne bir felsefeci, ne
de herhangi bir başka insan
bugüne kadar beyninin dışına
çıkamamıştır ki, beyninin dışında
ne olduğunu bilebilsin.
İnsanın hayatına dair bildiği
herşey, beynine gelen elektrik
sinyallerinin beyni tarafından
algılanış şeklinden kaynaklanır.
Yani insan, daima kendi beyninin
içinde oluşan dünyasında yaşar.
Gökyüzüne baktığımızda
gördüğümüz kuşlar, caddenin
öbür ucunda gözden kaybolmak
üzere olan bir araba, odamızdaki
eşyalar, elimizdeki bu kitap,
dostlarımız, akrabalarımız,
bunların hepsi beynimize ulaşan
kopya görüntülerdir. Ve kimse
beyninin içinde oluşan bu
hayatın dışına çıkamaz. Bu, ne
bilimle ne de teknoloji ile
ulaşılması imkansız bir
durumdur. Çünkü bir bilim adamı
ne icat ederse etsin, yine onu
beyninin içindeki görüntünün
içinde icat edecektir. Dolayısıyla, o
dış dünyayı görmek için icat
ettiği şey de beyninin içinde
kalacaktır.
Bu gerçek çok açık olmasına
rağmen bazı insanlar gördükleri
görüntünün dışarıda maddesel
karşılıkları olduğunu iddia
ederler. Bugüne kadar hiç
kimsenin aslını görmediği madde
denen bir varlığa inanırlar. Oysa
madde, insanların gördükleri
hayallere taktıkları bir isimden
başka birşey değildir. Hiçbir
insanın bir maddenin aslının
neye benzediğini bilmesi
mümkün değildir; çünkü hiçbir
insan maddenin aslı ile hiçbir
zaman muhatap olmamıştır. İlk
insandan bu yana yeryüzünde bir
sesin aslını duyan, bir
manzaranın aslını gören veya bir
gülün aslını koklayan tek bir
insan bile yaşamamıştır.
Ayrıca şunu da hatırlatmak
gerekir: Algıları dışında
maddenin, yani dış dünyanın var
olduğunu söyleyen biri, yine bu
dünyayı görmek için bir göze
ihtiyaç duyacaktır. Ve bu dış
dünya gözlerinin içinden geçip
bir elektrik sinyaline dönüşecek
ve elektrik sinyalleri beyninde
görüntü meydana getirecektir.
Sonuçta bu kişi yine beynindeki
dünyayı görecektir. Eğer bu
kişinin beynine giden sinirler
kesilse, dışarıda var dediği
görüntü de bir anda kesilecektir.
O halde hiçbir zaman, hiçbir
şekilde aslını göremeyeceği, aslı
olsa bile kendisine bir fayda
sağlamayacağı için bu konuda bu
kadar ısrar etmenin anlamı
nedir?
İtiraz: Madde beynimin dışında
vardır. Bıçağı biraz kaydırdığımda
elimde hissettiğim acı, sızlama,
elimden akan kan bir görüntü
değil. Ayrıca bunu yanımdaki
arkadaşım da gördü.
Cevap: Aslında bu konuyu
bundan önceki itirazların
cevaplarında detaylandırmıştık.
Ancak konunun önemi açısından
burada bir kez daha
vurgulamakta yarar vardır.
Bu itirazı getirenlerin en önemli
yanılgısı, görüntü dışında ses,
koku, dokunma gibi diğer
hislerin de beyinde oluştuğunu
göz ardı etmeleridir. Bu nedenle
bıçağı beynimde görüyor
olabilirim, ama bıçağın keskinliği
bakın gerçek, çünkü elimi kesti
demektedirler. Oysa bu kişinin
elindeki acı, akan kanın verdiği
sıcaklık ve ıslaklık hissi ve tüm
diğer algıları yine beyninde
oluşur. Yanındaki arkadaşının bu
olaya şahit olması bu gerçeği
değiştirmez, çünkü arkadaşı da,
bıçakla aynı yerde yani
beynindeki görme merkezinde
oluşmaktadır. Bu kişi aynı hisleri,
bıçakla elini kestiğini, elindeki
acıyı, kanın görüntüsünü ve
sıcaklığını aynısı ile rüyasında da
yaşayabilir. Elini kestiğini gören
arkadaşını da yine rüyasında
görür. Ama arkadaşının varlığı,
bu rüyada gördüklerinin
maddesel karşılıkları olduğunun
bir kanıtı olmaz.
Hatta rüyasında elini kestiği
sırada biri gelip, bu gördüklerin
bir algı, bu bıçak gerçek değil,
elinden akan kan, hissettiğin
acılar da gerçek değil, bunların
hepsi şu an zihninde izlediğin
olaylar dese, kişi buna
inanmayacak ve yine itiraz
edecektir. Hatta belki Ben
materyalistim. Böyle iddialara
inanmam. Şu anda gördüklerimin
hepsinin maddesel gerçekliği var,
bak kanı görmüyor musun?
diyecektir.
İşte, maddenin dışarıda aslı
vardır diye ısrar edenler,
yukarıdaki örnekte görülen kişi
gibidirler. İçinde yaşadıkları
algılar dünyasında tüm bunlar bir
algı, ve bu algıların aslına asla
ulaşamazsın, asılları var mı yok
mu bilemezsin denmekte, ancak
onlar bu gerçeğe şiddetle karşı
çıkmaktadırlar.
Ancak şunu da unutmamak
gerekir ki, bir insan, eli
kesildiğinde, bu nasılsa bir
görüntü diyerek tedbir almadan
oturmaz. Çünkü Allah, bu
görüntüler içinde insanları bazı
sebeplere bağlı olarak
yaratmıştır. Örneğin eli kesilen
insan bunun için gerekli ilaçları
kullanır, elini sarar veya doktora
gider. Ancak bu işlemlerin hepsi
yine beyninde bir görüntü olarak
meydana gelir. Sargı bezi de,
kullandığı ilaçlar da beyninde
oluşan görüntülerdir.
İtiraz: Maddenin zihnimizde
gördüğümüz bir hayal olduğunu
söylemek İslam dini ile bağdaşır
mı?
Cevap: Bazı Müslümanlar,
maddenin bir hayal olduğu
gerçeğinin İslam dini ile
bağdaşmadığını öne sürmekte ve
geçmişte din alimlerinin bu
gerçeği kabul etmediklerini iddia
etmektedirler. Oysa bu doğru
değildir. Aksine burada
anlatılanlar Kuran ayetleri ile
tamamen mutabıktır; hatta
birçok ayetin, cennet ve
cehennem, sonsuzluk,
zamansızlık, ölümden sonra
diriliş, ahiret gibi Kuran'da
bildirilen konuların kesin bir
kavrayışla anlaşılması açısından
da son derece önemlidir.
Elbette ki bu konu bilinmese de,
bir insan gerçek imanı
yaşayabilir. Allah'ın Kuran'da
bildirdiği herşeye gönülden ve
hiçbir şüphe duymadan iman
edebilir. Ama şunu belirtmek
gerekir ki, bu konu insanın
imanda ve yakinde
derinleşmesini sağlar ve nitekim
geçmişte birçok önemli İslam
alimi de, bu gerçeği bu yönde
açıklamışlardır. Yalnızca
yaşadıkları dönemde bilimin bu
konuyu henüz açığa çıkarmamış
olması ve konuyu yanlış anlamaya
müsait akımların varlığı, onların
bu anlattıklarının yayılmasını ve
geniş kitlelerce bilinmesini
engellemiştir.
Maddenin gerçek mahiyetini
açıklayan İslam alimlerinden biri
ve en önemlisi hicri onuncu asrın
müceddidi sayılan ve asırlardır
tüm İslam dünyasının büyük
saygısını kazanmış olan İmam
Rabbani'dir. İmam Rabbani'nin,
Mektubat adlı eserinde bu
konuyla ilgili çok detaylı izahlar
bulunmaktadır. İmam Rabbani,
Allah'ın, kainatı his ve vehim
mertebesinde, yani algı
derecesinde yarattığını bir
mektubunda şöyle
açıklamaktadır:
Yukarıda şöyle bir cümle
kullandım: 'Sübhan Hak'kın halkı
(Allah'ın yaratışı), his ve vehim
mertebesindedir.' Bunun manası
şu demeye gelir: 'Allah-u Teala,
eşyayı öyle bir mertebede
yaratmıştır ki, o mertebede eşya
için his ve vehimden gayrı bir
yerde sübut (sabitlik) ve husul
(varlık) yoktur.47
Dikkat edilirse, İmam Rabbani,
bizim gördüğümüz alemin, yani
tüm varlıkların his ve vehim
mertebesinde, yani algı
düzeyinde yaratıldığını özellikle
vurgulamaktadır. Bu vehim
mertebesindeki alemin dışında
(hariçte) ise sadece Allah'ın Zatı
vardır. Gerçekte bu dışta (hariçte)
kavramı da farazi bir kavramdır;
çünkü bir vehmin vücudu yoktur,
hacim kaplamaz. İmam Rabbani,
eşyanın (yani şeylerin, tüm
maddelerin) hariçte bir varlığı
olmadığını şöyle anlatır:
Hariçte Yüce Hak'tan başka
mevcut değildir... Belki de şanı
büyük Allah'ın yaratması ile
vehim mertebesinde sübut
(sabitlik) bulmuştur... Eşya, hariçte
nasıl kendisinin vücudu olmayan
birşey ise, hariçte onun
gözükmesi dahi, kendi renksizliği
iledir... Eğer onun için bir görüntü
sabit olur ise, o vehim
mertebesindedir. Eğer onun bir
sübutu (sabitliği) var ise, o dahi,
yüce Allah'ın vehim
mertebesindeki sanatı iledir.
Hulasa, onun sabitliği ve
görüntüsü tek mertebede
olmaktadır. Sübutu bir yerde,
görüntüsü dahi ayrı bir yerde
değildir... Onun hariçte bir nişanı
yoktur ki, orada görünür ola...48
p Sonuç olarak, İmam
Rabbani'nin de izahlarından açık
bir şekilde anladığımız gibi, biz
bilimsel olarak da, akıl ile
düşündüğümüzde de,
algıladığımız görüntülerin
dışımızda bir aslı var mı yok mu
asla bilemeyiz. Biz sadece
zihnimizde bize gösterilen
görüntüyü görürüz. Bu
görüntüyü tüm detayları ile
yaratan ve bize izlettiren ise
Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Yegane mutlak varlığın Allah
olduğunu, Allah'ın tüm kainatı
vehim mertebesinde yarattığını
açıklamış olan bir diğer büyük
İslam alimi, Muhyiddin Arabi'dir.
İlimdeki derinliği nedeniyle Şeyh-i
Ekber (en büyük şeyh) olarak da
anılmış olan Muhyiddin Arabi,
Fusüs-ül Hikem (Hikmetlerin Özü)
adlı kitabında kainatın Allah'ın
tecellilerinden oluşan bir gölge
varlık olduğunu şöyle
açıklamıştır:
Biz diyoruz ki, bilmelisin ki,
Hak'tan başka varlıklar, yahut
alem adıyla anılan şey, Hak'ka
nispetle bir şahsın gölgesi
gibidir. Böyle olunca masiva, yani
Allah'tan başka olan varlıklar,
Allah'ın gölgesidir... Gölge
şüphesiz histe mevcuttur.49
Muhyiddin Arabi'nin aşağıdaki
sözleri ise, kendisini Allah'tan
müstakil bir varlık olarak gören,
kendisini mutlak bir varlık
zanneden insanlara verilmiş açık
bir cevaptır:
İş benim sana anlattığım gibi
olunca alem, mefhumdur. Onun
gerçek bir varlığı yoktur. Bu ise
hayalin manasıdır. Yani sen kendi
nefsinde zannettin ki alem zait
bir şeydir. Kendi nefsi ile var
olmuştur. Hak'tan hariç bir
varlıktır. Halbuki kendi nefsinde
böyle değildir. Görmez misin ki,
gölge sahibinden peyda olmuş ve
ona bitişik olduğu halde zahiri
görünüşte sahibinden ayrılması
imkansızdır... Mesele sana
anlattığımız gibi olunca bil ki, sen
hayalsin. Bütün idrak ettiğin ve o
Hak'tan ayrıdır yahut o ben
değilim dediğin varlıklar da hep
hayaldir. Şu varlığın hepsi de
hayal içindedir. Gerçek varlık, zatı
ve aynı itibarıyla ancak
Allah'tır.50
Muhyiddin Arabi'nin bu
sözlerinde belirttiği gibi, insan
Allah'ın Kendisi'nden üflediği
ruhu taşıyan, Allah'ın tecellisi olan
bir varlıktır. Tek mutlak varlık
Allah'tır. İnsan ise hayal olandır.
Bu çok önemli bir gerçektir ve
aksi düşünüldüğünde insan
büyük bir yanılgının içine
düşmüş olur.
İmam Rabbani ve Muhyiddin
Arabi'nin yanı sıra Mevlana Cami
de, Kuran'ın işaretleri ve akıl
yoluyla bulduğu bu hayret verici
gerçeği, kainatta ne varsa hepsi
vehim ve hayaldir. Ya aynalardaki
akislerdir, ya da gölgeler gibidir
diyerek dile getirmiştir.
Görüldüğü gibi, büyük İslam
alimleri bu gerçeği bütün açıklığı
ile açıklamışlardır ve dolayısıyla
bu konunun Kuran'a ve sünnete
karşı olduğunu iddia etmek veya
İslam alimlerinin kabul
etmediğini öne sürmek inandırıcı
değildir. Ayrıca, şu da
unutulmamalıdır ki, tüm
görüntüleri beynimizde
gördüğümüz kimsenin inkar
edemediği kesin olarak
ispatlanmış bir gerçektir.
Geçmişte bu gerçek bilimsel
olarak bilinemeyeceği için, bazı
İslam alimlerinin bu gerçeği
ortaya koymamış olmaları
doğaldır. Ayrıca, maddenin hayal
olduğu gerçeğini bazı çevreler
sapkın bir inançla açıklamışlar ve
dinin hükümlerini ve kurallarını
ortadan bu şekilde kaldırmaya
çalışmışlardır. Bu tür sapkın ve
samimiyetsiz akımlar nedeniyle
de, bazı İslam alimleri
Müslümanları bu tür tehlikelere
karşı uyarmışlardır. Fakat bunlar
bu gerçeğin sapkın yorumlarıdır.
Burada anlatılanlarla
karıştırılmamalıdır.
Nitekim İmam Rabbani,
maddenin aslı konusunu yanlış
yorumlayarak sapan filozoflardan
da bahsetmiş, kendisinin anlattığı
gerçek ile bu filozofların sapkın
görüşlerinin çok farklı olduğunu
özellikle vurgulamıştır.
Mektubat'ında bu konuda şu
yorumu yapmıştır:
Alem için 'mevhum' sözümüz, şu
manaya değildir: 'O vehmin
yapması ve yontmasıdır.'... Elbette,
o sözümüzün manası şudur:
Sübhan Hak, alemi vehim
mertebesinde yarattı... Vehim,
oluşu olmayan bir zuhurdan ve
vücuddan ibarettir. Bir noktanın
cevelanla (hızla) dönmesinden
doğan bir daire misalidir. Onun
da zuhuru vardır, amma vücudu
yoktur...
Bu arada, mecnunlar güruhu
sofestaiyenin (felsefecilerin) kail
olduğu (söylediği) mevhum ise,
bir başkadır. Bunların kail
oldukları (söyledikleri) vehmin
icadı ve hayalin yontmasıdır. İki
mana arasında çok fark vardır.51
İmam Rabbani'nin belirttiği gibi,
Eski Yunan'daki sofistler madde
kendi kendimize yarattığımız bir
algıdır demişlerdir. Bu görüş, akli
ve ilmi yönlerden saçma ve dinen
de sapkındır. Doğrusu ise, baştan
beri vurguladığımız gibi,
maddenin Allah'ın yarattığı bir
algı olduğudur.
Felsefecilerin bu sapkın görüşleri
ile bizim tarafımızdan açıklanan
ve İslam alimleri tarafından haber
verilmiş olan madde, Allah'ın
yarattığı bir vehimdir
açıklamasını karıştırmak ise çok
büyük bir hata olur.
İşlemler
Başaranlar önce inandılar,sonra yaptılar,başaramayanlarsa önce yapıp sonra inanmayı denediler...
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
- inflames
- Mesajlar: 751
- Kayıt: 27 Mar, 21:36
- Yaşadığınız İl: 45 Manisa
- Burcunuz: Oğlak Burcu: 22 Aralık-21 Ocak
- Cinsiyetiniz: Erkek
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
bu teori bir adam vadrı şu an yaşadığımız dünyanın video oyunu olduğunu söylodu ona benziyo belki de doğrudur
GEN X in gitmesine üzülüyoruz GEN X için süpertransı bulacağız ve onu unutmamak için bu imzayı değiştirmeyeceğim
-
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 12 Haz, 14:59
- Yaşadığınız İl: 34 İstanbul
- Burcunuz: Kova Burcu: 22 Ocak-19 Şubat
- Cinsiyetiniz: Erkek
- Konum: unknown
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
Belki de diye yanaşma,lütfen bir daha tüm konuyu ve bir önceki yorumumu oku.mutlaka anlarsın.gerçek bu!! :)
Başaranlar önce inandılar,sonra yaptılar,başaramayanlarsa önce yapıp sonra inanmayı denediler...
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
Doğru seçimi tecrübe
kazandırır,tecrübeyi yanlış
seçim..
AZERBAIJAN
- inflames
- Mesajlar: 751
- Kayıt: 27 Mar, 21:36
- Yaşadığınız İl: 45 Manisa
- Burcunuz: Oğlak Burcu: 22 Aralık-21 Ocak
- Cinsiyetiniz: Erkek
Re: Matrix ve Telekinezi gerçeği teorim
gerçek sadece bir şey değildir geller güneş sistemimizde kaç gezegen var diye sorulunca herkez aynı cevabı veriyordu bu gerçekti sonra yeni gezegenler bulundu ve gerçek değişti. Senin söylediğin ŞİMDİLİK gerçek olabilir ama biri senden daha mantıklı bir teori atarsa o da gerçek olabilir o yüzden belki dedim ama açıklaman gayet mantıklı
GEN X in gitmesine üzülüyoruz GEN X için süpertransı bulacağız ve onu unutmamak için bu imzayı değiştirmeyeceğim
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntüleme
- Son mesaj
-
- 1 Cevaplar
- 10329 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen turab
-
-
Yeni mesaj Telekinezi Nedir ve Telekinezi Nasıl Gerçekleşir? (Makale)
gönderen Admin » » forum Sizden Gelenler - 0 Cevaplar
- 14520 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Admin
-
-
- 0 Cevaplar
- 3034 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Blackrez
-
- 4 Cevaplar
- 2732 Görüntüleme
-
Son mesaj gönderen Blackrez